close

Danimarka

Danimarka

Yedek Kulübesindeki Gizli Yıldız

Neresi mi? Bizim yedek kulübesindeki gizli yıldızımız Kopenhag! Kopenhag, kendisine haftasonu kaçamağı hediye etmek isteyen, sakin ve düzayak bir şehir görmek isteyen gezginler için birebir. Neden yedek kulübesinde derseniz de hadi itiraf edelim, kaçımızın ilk 11’inde Kopenhag var ki? Bir cumartesi sabahı başlayan ve pazartesi gece yarısı son bulan gezimiz işte tam yukarıdaki tanıma uyuyordu. Sağolsun otelinden barlarına, sokaklarından füme somonuna kadar bizde hiç hayal kırıklığı uyandırmadı.

Mart ayını Kopenhag’da karşılayanlar kulübü olarak öğlen üzeri indiğimiz havalimanından merkeze tren ile kolaylıkla geldik. Otelimiz (The Square) tren istasyonuna yaklaşık 10-25 dakikalık yürüme mesafesindeydi. Hızlı bir check-in’den sonra eşyaları odaya koyup sokaklarda kaybolmak için dışarı çıktık. Hepimizin bir kuzey ülkesi ile ilk tanışması olduğundan kalın kazaklar, rengarenk berelerden sesleniyorduk ama o da ne, hava öyle bir güneşliydi ki şaştık kaldık. Hızlıca otelin önündeki City Hall Square’de fotoğraf çektirdik, bir baktık o sırada biraz yağmur atıştırıyor. Belli ki Kopenhag bize şaka yapıyordu. Sonra solumuzda City Hall Square kalacak şekilde kendimizi caddelere bıraktık. Burası oldukça compact, dönüp dolaşıp aynı yerlere çıkabileceğiniz bir şehir.

Kopenhag’ın en ünlü alışveriş meydanlarından biri Stroget. Klasik bir benzetme olacak ama İstanbul’un İstiklal Caddesi diyebiliriz. Yolunuz bir şekilde buraya çıkıyor zaten.

Ara sokaklarda yüzlerce sade ve sade tasarımların olduğu mağazalar, küçük butikler var. Burada uğramadan yürümeyin diyeceğim mağazalar: Other Stories – COS – Weekdays ve tabii ki LEGO.

Biz buraları hızlıca dolaşıp günün sonuna doğru soluğu Christiania isimli hippi bölgesinde aldık, sabahın köründe kalkmanın üstüne yol yorgunluğu eklenince bulmak biraz zor oldu. Kapısından girerken ne kadar bohem ve tarz olduğunu anlıyorsunuz. Grili, heykelli, gizemli bir yer. Fotoğraf çekmek yasak dediler biz de söz dinledik. Burası devlet otoritesini reddeden, her anlamda serbest bir bölge ve kendilerine ait bayrakları ile baya baya dışarıya kapalı bir yaşamları var.

Bu bahsettiğimiz yerleri hep yürüyerek gezdik bu arada, dediğim gibi compact bir şehir olduğu için herhangi bir harita uygulamasından kolaylıkla gideceğiniz yerler bulabilirsiniz.

Yazının ortalarında hafiften bir yeme konusuna gireyim. Herhangi bir cafe ya da restorana gidip en favori yemeklerden olan smorrebord (ekşi mayalı ekmek üstü füme somon) yiyebilirsiniz. Biz de tam olarak bunu yaptık.

img_2543

Dünyanın En Kral Cocktail Barı: Ruby

Yurt dışında haftasonu bir bara ya da restorana kaç defa gidersiniz? Bir veya iki olsun. Biz burada tam üç defa gittik. En son valizlerle kapısının önünde açılmasını bekliyorduk siz düşünün. (Ufak bir not: Ekip olarak hepimiz sosyal içiciyizi farklı bir anlam çıkmasın lütfen.)

Ruby ağırlıklı lokal, beyaz yakalıların iş çıkışı gittiği ayakta ya da barda takılmalı, ev ortamında bir bar. Menüsünde sadece kokteyller var ki ben 2 sene önce gittiğim dönemde İstanbul’daki coctail bar’lar daha portakalda vitamindi. Haliyle üç kadın durmadan kokteyl deneyip durduk. Benim favorim Jack’s Rose idi. Özel bi elma şarabı ile yapılan hafif ekşili tatlılı bir kokteyl. Hala var mı menülerinde bilmiyorum ama yolunuz düşerse mutlaka ve mutlaka deneyin!

İlk gecemizden memnun bir şekilde otelimizde yorgun bir uykuya daldık.

Granola

Ertesi gün kahvaltı için pek çok arkadaşımın önerisi olan Granola’ya gittik. Renkli tabakları, meyveleri, müslileri, kahvesi ve pankekleri ile pek mükemmel bir kahvaltı yaptık. Seçtiğimiz kahvaltı menüdeki ilk seçenek olan Morgenmsdstallerken gibi uzun ve garip isimli olan. Yalnız biraz kalabalık olabiliyor ve rezervasyon yapmıyorlar, bu sebeple erken gitmekte fayda var derim.

Kahvaltı yaptıktan sonra biraz o bölgeyi de gezdik. NewYork’taki Meatpacking gibi bohem, bol tuğla evli ve yine tasarım tasarım butiklerin olduğu bir bölge. Buradan yürüyerek görülmesi gerekenler listemize sadık gezginler olarak google’a yazdığınızda bol renkli balıkçı tekneli, kutu kutu evli görsellerin çıktığı yerleri görmeye gittik. Bu bölgenin adı Nyhavn olarak geçiyor.

Yolda karnımız acıkınca bir süpermarkete girip ıvır zıvır atıştırmalıklar ve lokal biralar aldık. Denize karşı mis gibi bir keyif molası verdikten sonra Langelinie Limanı’nda yer alan Küçük Deniz Kızı heykeli ile buluştuk. Oldukça hüzünlü bir hikayesi var kendisinin o nedenle ben durup uzun uzun kendisini izledim. (Gerçekten küçücük bu arada.)

Heykeli arkamızda bırakıp harika yürüyüş yolları ve bahçeleri olan Churchill Parkı’nı gezmeye başladık. Parkın içinde yer alan Fontaine Gifon ve St. Alban Anglikan Kilisesi geçerken en azından durup bir bakabileceğiniz noktalar. Sonra acıkan karnımızı doyurmaya ve tabii ki Travel Bakery’nin en sevdiği yeme ortamına, şehrin yemek pazarına doğru gittik.

Torvehallerne – Open Food Market

Birkaç yazımı okuduysanız böyle yerlere olan aşkımı çok iyi biliyorsunuzdur. O nedenle doğrudan konuya giriyorum; oldukça kalabalık, tatlıları ve yemekleri ayrı ayrı 2 büyük alanda olan, içerik olarak zengin bir yerdi. Ekmekler, peynirler, bol bol deniz ürünleri, tatlılar yine ne ararsanız vardı.

Ben eve götürmek için tam tahıllı, zeytinli bir ekmek, pesto soslu peynir ile orada anında tüketmek için penutbutter’lı brownie ve karışık deniz mahsüllerinden oluşan bir tabak aldım. Allahtan akıl edip dış mekanların ve yemeklerimin fotoğrafını çekmişim içeride gözüm döndüğünden hiç paylaşımım yok farkederseniz. Burayı mutlaka listenize yazıyorsunuz, özel ricam.

Tekrar şehir merkezindeki alışveriş caddesine geri dönüp sokaklarda kaybolduk, herkes gerekli harcamalarını yaptıktan sonra yine bir tatlıcıda kısa bir kalori molası verdik. Mekanımız Bertels Salon Cheesecake. Ufak bir not böyle yerlere kalabalık gitmenin en güzel yanı her şeyi deneyebiliyorsunuz ki biz öyle yaptık.

Otele gidip aldıklarımızı bırakıp, biraz dinlendikten sonra çılgın(!) Kopenhag geceleri için hazılanmaya başladık. Gün içinde tıka basa yemek yediğimiz için bir restoran aramadık. Barlar sokağı diyebileceğimiz Gammel Strand’da yer alan Fugu Coctail Bar’a gittik. İçerisi biraz boştu sanırım biz erken gittik. Neyse içimize sinmedi ordan bir sokak paraleldeki Ruby’e gittik (sayın bu 2. oldu) yine keyifli bir muhabbet bol bol mekana gelenlerin gıybeti ile 2. gecemizi sonlandırdık.

img_2551

Yetmiyordu!

Şimdiden söyliyeyim ben Kopenhag’a bir daha gideceğim; hem restoran açısından gözüm doymadı hem maalesef kapalı olduğu için meşhur Tivoli Bahçeleri’ni gezemedim hem de yarım günde bitecek Malmö’ye gidemedim. Son günümüzü daha çok saraylara-hanlara ve hamamlara ayırdık. Tabii ki önce kahvaltı.

Bang & Jensen

Son kahvaltımızı Istedgade Caddesi’ndeki Bang & Jensen’de yaptık. Burası Granola’ya benzer ve otele oldukça uzaktı. Hatta giderken o kadar acıkmıştık ki yolda vazgeçmeyi bile düşündük. Yine kocaman kahvaltı tabakları geliyor. Sipariş verirken size bir kağıt veriyorlar, üzerine adınızı yazıyorsunuz ve alttaki kutucuklardan kahvaltınızın içeriğini, ekmeğinizi, yumurtanızı kendiniz seçiyorsunuz ve kişiselleştirilmiş kahvaltınız hazır.

Kahvaltı sonrası sırasıyla aşağıdaki yerleri gezdik.

Amalienborg Royal Palace

1794 yılından beri Kraliyet Ailesi’ne ev sahipliği yapan ve dört adet rokoko sarayından oluşan bu yapı kocaman, görkemli bahçeleri ile gezmeye başlasak bir hafta sonu daha gerekir dediğimiz bir yerdi. Bu nedenle bir ucundan girip diğer ucundan çıktık.

Frederick Kilisesi

Tamam madem royal palace’ı tam gezemedik o zaman hemen ilerisindeki görkemli yeşil kubbesiyle “Mermer Kilise” olarak anılan Frederik Kilisesi’ni hızlıca gezelim dedik.

Ny Carlsberg Glyptotek 

Hem Danimarka hem de Akdeniz kültürünü aynı çatı altında buluşturan farklı bir iç tasararımı ile ilginç bir yerdi. Özellikle aşağıda fotoğraflarını göreceğiniz gibi Milano’daki 10 Corso Como’ya benziyor.

National Museum of Denmark

Burayı sevdim, hızlıca üst katlarına çıkıp odacıklardaki performansları görebilirsiniz. Kiminde insanlı bir etkinlik kiminde ise eski kapılar ya da sandıklar var. Sonrasında alt katta yer alan mağazadan kendinize Viking dönemine dair ufak hediyelikler alabilirsiniz belki.

Dönüş öncesi elimizde valizler havalimanına gidene kadar ne yaptık? Tabii ki Ruby’i üçledik!

Travel Bakery’nin Kopenhag deneyimi şimdilik bu kadar. Daha detaylı bir deneyim için mutlaka tekrar gideceğim. Keyifli seyahatler.

Daha Fazla