close

Amerika

AmerikaAmerika Birleşik DevletleriGezi Planları

Amerika Yol Günlükleri Gün 11 – 13: San Francisco

San Francisco Wall

Geldik Amerika Yol Günlükleri yazı dizimizin son durağına, San Francisco. 11. günün sabahında konakladığım Bakersfield’da bir outlet bularak biraz alış veriş yaptıktan sonra San Francisco yoluna başladım. Yolum seyahatimin diğer bölümlerine göre nispeten kısa olduğu için rahat rahat gittim diyebilirim. Yaklaşık 5 saat sonra San Francisco, Downtown’da kaldığım Hostel’imin yakınlarına ulaştım.

 San Francisco
Bakersfield – San Francisco

Gün 11: San Francisco Downtown

San Francisco o hep filmlerde gördüğümüz değişik yokuşları olan ilginç bir şehir. Aslında çok güzel bir şehir olsa da Amerika’da gördüğüm onca yer içinde en çok burada tedirgin oldum desem yeridir. Özellikte Downtown tarafı biraz suç oranının da yüksek olduğu, sokaktaki evsizleriyle sizi rahatsız edebilecek bir yer. Amerika’nın bütün büyük şehirlerinde evsizler var ancak diğer yerlerde hiçbiri zarar verecek gibi durmazken San Francisco’dakiler nedense öyle durmuyor. Bu aşamada bir sorun arabanızı nereye park edeceğiniz ile başlıyor. Hostel’e uygun veya bedava park etme seçeneği var mı diye sorduğumda sokağa park edebilirsiniz ancak arabanın başına bir şey gelebilir, o nedenle önermiyoruz dediler mesela. O nedenle downtown civarı kalıyorsanız maalesef günlük 30 – 40 dolar civarı değişen otopark ücretlerine katlanmak zorunda kalıyorsunuz. (Benim konaklamam bile daha ucuzdu.) Kapalı otoparklara park yaptığınızda bile her yerde bagajınızda bile herhangi bir eşya bırakmamanız yönünde uyarılar var ki gerçekten 2 gece konaklamalı gezimde bile 3-4 tane arka camı patlatılmış arabayla karşılaştım. Ben riski alarak büyük valizimi arabada bıraktım, ancak herhangi bir sorun olmadı. 

Sizi San Francisco ile ilgili yeterince korkuttu isem gelelim gezi detaylarına. İlk gün akşama doğru vardığım için fazla gezme imkanım olmasa da Downtown civarını tamamladım. Downtown’da fazla görülecek bir yer olmasa da akşamına güzel bir Sport Bar bularak NBA maçı izleyip keyifli bir akşam geçirdim diyebilirim. 

Gün 12: Golden Gate Köprüsü mü O?

San Francisco’da uyandığım ilk sabah hedefim Golden Gate köprüsü idi. Eğer köprüyü arabayla geçmek gibi bir niyetiniz var ise geçiş ücretini önceden veya geçtikten en geç 48 saat sonra ödemeniz gerekiyor. Bunun için gerekli bilgiler için bir tık. Ancak köprünün ilerisinde herhangi bir işiniz yok ise köprüyü arabayla geçmenin bir manası yok bence. Harita üzerinde bulabileceğiniz Golden Gate Bridge Welcome Center’a gidip arabanızı park ederek manzaranın keyfini çıkarmak ve köprüyü yürüyerek geçmek en iyisi diyebilirim. Ben kahvaltımı da Welcome Center yanındaki büfeden kahve ve atıştırmalık bir şeylerle yaptım ve köprüyü yürüyerek geçip geri döndüm. Golden Gate köprüsünü görebileceğiniz en güzel yerlerden biri de Baker Beach. Farklı farklı yerlerden o eşsiz güzelliği görmek istiyorsanız burayı da bir not etmenizde fayda var.

San Francisco’da öne çıkan diğer yerlerden bazıları ise Coit Tower, Lombard Street, Golden Gate Park, Fisherman’s Wharf, Pier 39 ve Ferry Building. Buraları gezince Downtown’da hissettiğiniz olumsuz havayı hemen üstünüzden atabilir ve San Francisco’yu en sevdiğiniz şehirler listesine ekleyebilirsiniz. 

Gün 13: Kapanış

Son gün artık dönüş yolunun verdiği hüzünle şehri biraz daha gezerek (ve Golden Gate Köprüsü’nü son bir kez daha görerek) uçaktan önce son bir alış veriş için şehir merkezinden yaklaşık 60 km uzaklıkta bulunan San Francisco Premium Outlets’e gittim. Normalde hiç alış veriş yapmayan ben, dönüş uçağıma 4 saat varken bile Adidas’tan ayakkabı alma peşindeydim. E burada 450 TL olan Superstar’ları 25 dolara bulunca değmedi desem yalan olur. 

13 gün sonra yolum toplam 5.000 kilometreyi buldu ve arabamı teslim ederek 12 saatlik bir uçuş sonrası İstanbul’a ulaştım. Sonuç olarak bir sürü güzel anı ve unutulmaz tecrübeler kazandım. Tek başına böyle bir maceraya girişmek herkes için en başta ürkütücüdür, benim için de öyleydi.

Amerika, gençliğim ve üniversite hayatım boyunca benim için bir hayaldi ve bu hayalimi iki sene arka arkaya toplamda 30 günden fazla bir süre boyunca gerçekleştirdiğim için çok mutluydum. Tek de olsanız hayallerinizi ertelememek lazım, çünkü bu dünyadaki zamanımız kısıtlı.

Hayalleri olan herkesin istediklerini gerçekleştirebilmesi dileğiyle…

Amerika Yol Günlükleri yazılarımızla yeni karşılaştı ve önceki duraklarımızı keşfetmek istiyorsanız aşağıdaki linkleri kullanabilirsiniz:

Daha Fazla
AmerikaAmerika Birleşik DevletleriGezi Planları

Amerika Yol Günlükleri Gün 10: Six Flags Magic Mountain

Bir süredir ara verdiğim Amerika Yol Günlükleri yazılarına Amerika’da da benim için küçük bir ara geçiş olan Six Flags Magic Mountain ile devam ediyorum. 10. güne Los Angeles’ta başlayıp bugünkü durağım olan Six Flags’e doğru yola çıktım. Six Flags, Amerika Birleşik Devletleri’nde birçok noktada bulunan bir eğlence parkı. Magic Mountain’de hem Los Angeles’a yakınlığı, hem de içerisinde barındırdığı aktiviteler bakımından en ünlü parklardan biri. Los Angeles’tan yola çıktıktan sonra kuzeye doğru devam ederek yaklaşık bir saat içerisinde parka ulaşılıyor.

Six Flags Magic Mountain Biletler ve Otopark

Six Flags Magic Mountain’e gitmeyi planlıyorsanız planınızı önceden belirlemenizde fayda var. Özellikle dönemine göre her gün açık olmadığı göz önünde bulundurulduğunda önceden sitesine bakarak açık günleri kontrol etmek ve programınıza uyan günü seçmek gerekiyor. Güne karar verdikten sonra biletinizi internetten almakta fayda var. Günlük biletler kapıda 85 $ civarında iken internetten aldığınızda 25 $’a kadar varan indirimlerle 60 $ civarına bilet alabiliyorsunuz. Eğer buraya arabayla gelecekseniz otopark için de bir 25 $ ücret talep ediliyor, internetten bilet alarak en azından otopark ücretini internet biletinin sağladığı indirimden karşılayabilirsiniz. Biraz dağın ortasında bir noktada konumlandığı için arabanızı dışarılarda bir yerlere bırakıp öyle gelme şansınız pek yok maalesef. Alternatif olarak Los Angeles’tan yapılan günlük turlar ile de parkı ziyaret edebilmek mümkün. Detayları Six Flags Magic Mountain’in internet sitesine şuraya bir tık ile ulaşabilirsiniz.

Six Flags Magic Mountain X2

Aktiviteler & Yapılacak Şeyler

Adrenalin ve hız trenlerini seviyorsanız burası sizi ihya edecek bir yer. Onlarca roller coaster’dan hangi birini seçeceğinize karar vermek çok zor. Ayrıca burada sadece bir gününüz var ise maalesef bu seçeneklerin hepsini denemek gibi bir şansınız olmayacak. Çünkü popülerliğine göre bir tren başında ortalama 45 dakika ile 2 saat arasında bir sırayla karşılaşıyorsunuz. Sıra mevzusunu pek aktif yönetemediklerini belirteyim. Geçtiğimiz sene Universal Orlando’da sırayı o kadar profesyonelce yürütüyorlardı ki ne kadar sıra olursa olsun bir şekilde sıra çabuk bir şekilde size geliyordu. (Boş kalan yerleri single rider sırasından doldurmak gibi.) Burada öyle bir şey olmayınca sıra da biraz yavaş bir şekilde ilerliyor. Sırayı es geçmek için tek şansınız Fast Pass dedikleri hızlı geçiş biletlerinden almanız gerekiyor, onun da neredeyse bir günlük bilet fiyatına denk geldiğini belirteyim.

Durum böyle olunca sitesinden tüm ride’ları inceleyip (hatta youtube’dan videolarına bakıp) gitmeden önce ona göre bir liste yapmakta fayda var. Ben gitmeden önce yaptığım listenin 2-3 tanesi dışında hepsini yapmayı başarabildim. Tam hatırlamasam da 11:00’den akşam 19:00’a kadar binebildiğim roller coaster sayısı 7-8’i geçmiyordu. Bunlar arasından kesinlikle önereceğim roller coaster’lar şöyle: X2, Twisted Colossus, Goliath, Superman: Escape from Krypton ve Tatsu. X2’nin YouTube’daki inceleme videosunu aşağıya iliştiriyorum:

Six Flags Uygulaması

Gitmeden önce Six Flags uygulamasını telefonunuza indirmenizde fayda olduğunu düşünüyorum. Six Flags uygulaması ile birlikte parkın haritası sürekli elinizde oluyor. Nereye gitmek istediğinize karar verip kolayca yolunuzu bulabiliyorsunuz. Ayrıca gitmeden önce bilet alımı ve aktiviteleri araştırmak için tüm bilgiler de cebinizde oluyor. Ek olarak Amerika’daki tüm Six Flags eğlence parklarının bilgilerine uygulamadan ulaşabildiğinizi belirteyim.

Six Flags Magic Mountain – Bakersfield

Ertesi gün San Francisco’ya doğru yola çıkacağım için Six Flags’ten tekrardan Los Angeles’ geri gitmektense kuzeye devam etmek daha mantıklı geldiği için Bakersfield’e doğru yol aldım. Bakersfield, Kaliforniya eyaletinin biraz iç kısmında kalan nispeten büyük standart bir Amerikan kasabası. Sadece konaklamak için durduğumdan pek bir şey yapma fırsatım olmadı. Vaktiniz varsa kalabalık bir Amerikan şehrinden ziyade burada outlet mağazalarını gezmek, TjMaxx, Ross gibi ucuza alış veriş yapabileceğiniz yerleri bulmak mümkün. (‘Gerçi dolar kuru olmuş 4 TL, ne kadar ucuz olabilir ki?’ sorusunu şuraya bırakayım.)

Gün 10 Rota – Los Angeles – Six Flags Magic Mountain – Bakersfield

Amerika Yol Günlükleri yazılarımızın son durağı San Francisco olacak ve 13 günlük macerayı sonlandıracağız. Bir sonraki yazıda, San Francisco’da görüşmek üzere…

Eğer Amerika Yol Günlükleri yazı dizisinin önceki yazılarını okumadıysanız aşağıdaki linkleri kullanabilirsiniz:

Daha Fazla
AmerikaAmerika Birleşik DevletleriGezi Planları

Amerika Yol Günlükleri Gün 8 & 9: Los Angeles

Amerika’da San Diego’dan bir sonraki durağım Amerika Batı Yakası’nı gezen birçok diğer insan gibi Los Angeles oldu. Bu yazıya öncelikle bir noktayı netleştirerek başlamak istiyorum. Bir önceki Amerika Yol Günlükleri yazımı Los Angeles için pek de melekler şehri değilmiş diyerek bitirmiştim. Bu aslında Los Angeles çok kötü bir şehir demek değildi; ancak filmlerden, dizilerden, hatta bilgisayar oyunlarından gözümüzde öyle bir yer etmiş bir yer ki gidince insan ister istemez ‘çok da şey değilmiş ya’ diyor. Yani bu biraz Los Angeles’ı gözümüzde biraz fazla büyütmüş olduğumuz anlamına geliyor, en azından ben büyütmüşüm.

İfade özgürlüğü dediğin…

Gün 8: Los Angeles

8. günün öğleninde San Diego’dan ayrılmak istemez bir şekilde yolculuğuma başladım. Bugün yapacağım yol nispeten yolculuğum boyunca en kısa mesafelerden biri oldu. San Diego’dan Los Angeles’a yaklaşık 210 kilometrelik, son düzlüğü hafif şehir içi trafikli iki buçuk saatlik bir yolculuktan sonra ulaştım. Yalan yok, Los Angeles’a vardığınızda o tepede gördüğünüz uzaklardan minicik duran Hollywood yazısı böyle sanki tanıdığım bir yerde olduğum hissi uyandırdı. Bu öyle bir his ki insan anlamsız bir mutlu oluyor, aynısını bir de New York’ta yaşamıştım. (İşte bunlar hep Amerikan film endüstrisi)

Los Angeles

Los Angeles’ta beni heyecanlandıran bir başka durum ise 8 gündür tek olduğum seyahatim içinde ilk kez tanıdığım birileri ile görüşecek olmamdı. İstanbul’da aylarca görüşemediğim arkadaşlarım da aynı dönemde orada olduğundan Los Angeles’a gittiğim gibi arkadaşlarımla buluştum ve ilk durağımız Hollywood yazısını daha yakından ama pek de yakın olmadan görebileceğimiz Griffith Gözlem Evi’ne gitmek oldu.

Griffith Gözlem Evi -orijinal adıyla Griffith Observatory, her ne kadar bir gözlem evi de olsa buraya herkes Hollywood yazısını görebilmek ve yazısıyla fotoğraf çektirebilmek için geliyor. Gözlem evini gezmek de sanki Hollywood yazısıyla çekilen fotoğraf karşılığı verilen bir promosyon gibi. Tepede bulunduğu konum sayesinde güzel bir şehir manzarasının da olduğu Griffith Gözlem Evi, Los Angeles seyahati yapacaklar için olmazsa olmaz konumda. Ancak amaç gerçekten Hollywood yazısını görmekse vakti olanlar ve yürümeyi sevenler için Griffith Gözlem Evi’nden veya tepenin aşağısından başlayan patika yollardan yazıya veya yakınlarına kadar yürünmesini öneririm, ben vakit olmadığı için maalesef es geçtim.

Hollywood Dediğin Bir Yanılsamadan İbaretmiş

Gün içerisinde ikinci durağımız Hollywood oldu. Hollywood, bana melekler şehrinin asıl yüzünü gösterdi desem yanlış olmaz. Hollywood’u nasıl hayal ediyorsunuz bilmem ama ben gözümde 2-3 ışıklı binadan daha fazlasını hayal etmiştim. Bu 2-3 ışıklı bina dışında görülecek pek de bir şeyin olmadığı ve en önemlisi eski püskü, pis binaların olduğu bir bölge Hollywood. Binalar dışında muhit de bir leş, sevmedim desem yeridir. Belki Los Angeles’ın gözümde büyüttüğüm yanlarından biri olduğu için böylesine düşük kalite standartları görmek beni şaşırtmıştı. Ama gel gelelim görmek lazım, Los Angeles’a gittim Hollywood çok leşmiş diye orayı görmeden geldim diyeni döverler çünkü. Hollywood’da 1-2 turladıktan sonra arkadaşlarımdan ayrıldım ve konaklayacağım hostele geçtim.

Hostel Dediğin Ne Değildir?

Ne güzel ki merkezi olsun diye hosteli de leş Hollywood’da seçmiştim, ama nereden bilebilirdim ki. İkinci şokla da hostelde karşılaştım. Check-in süresince her şey çok güzeldi, hele ki Los Angeles’ta otoparka sahip olan bir hostel bulmak paha biçilmez. Ancak odaya girince tüm fikrim değişti. Bugüne kadar hep hostel öneren biri olarak ilk kötü hostel deneyimimi burada yaşadım diyebilirim. Aslında kötü derken başıma kötü bir şey gelmedi ancak o kadar pis ve düzensiz odaları vardı ki orada kalasım gelmedi. Bu hissi daha önceden hayatımda sadece bir kere, üniversiteyi kazandığım ilk sene devlet yurduna yerleşirken hissetmiştim. (Düşünün durumun vahimliğini…)

Bu seyahat boyunca hep özel odalarda kaldığım için özel odaya alıştığımdan mı dırdır ediyordum emin değilim ama odayı görünce eşyalarımı fazla dağıtmamak için sadece ertesi gün ve uyurken giyeceğim şeyleri aldım yanıma. Hatta o gazla bir sonraki durağım olan San Francisco’daki hostel’imi iptal ettim. Sonrasında San Francisco’da otel fiyatlarının gecelik minimum 200 dolar bandında olduğunu görünce gene hostel ayarladım orası ayrı. Nitekim tüm olumsuz görünüşüne rağmen iki gece herhangi bir sıkıntı yaşamadan konaklamamı gerçekleştirdim. Eğer Amerika seyahatinde hostel tercih ediyorsanız size önerim kesinlikle Hostelling International gibi bu işi bilerek yapan hostel zincirlerinden şaşmamanız. Yoksa Amerikalılar hostel kavramının ne olduğunu pek bilmiyor desem yeridir. Siz kalmayın diye hostel’in adını da vereyim, Banana Bungalow.

Santa Monica

Hostel’de ilk şoku atlattıktan sonra Santa Monica’ya doğru yola çıktım. Los Angeles’ta 5 kilometre de gitseniz, 10 – 15 kilometre de gitseniz gideceğiniz her yere minimum 30 dakikada ulaşıyorsunuz. Büyük şehirde olmanın artılarından biri olsa gerek. Santa Monica’ya araba ile gidiyorsanız büyük ihtimalle otopark sıkıntısı çekeceksiniz. Etrafta 2-3 saatine 10’larca dolar vermeniz gereken bir sürü otopark varken şans eseri ilk 2 saati ücretsiz bir otopark bulmayı başardım. Hem de tam merkezde, Santa Monica Place alış veriş merkezinin otoparkı.

Santa Monica, Hollywood’a göre daha iyiydi, seyahatim boyunca karşıma çıkan tarihi Route 66’nın sonu da Santa Monica Pier’de olduğu için orayı görmek ayrı bir keyif verdi. Santa Monica’da biraz gezdikten ve o dönem yeni çıkan iPhone X’i incelemek için oradaki Apple Store’a uğradıktan sonra günü tamamlamak üzere hostel’e dönüyordum ki gün boyunca hiçbir şey yemediğimi fark edince Hollywood’da bulunan ve buraların pek meşhur hamburger zinciri olan In & Out Burger’a uğradım. In & Out’u azımsanamayacak derecede çok sevilen bir yer. Nispeten uygun fiyatlı ve lezzetli bir tercih de olduğu için benim  de 13 gün boyunca en az 5-6 kez tercihim oldu. Zaten ne kadar popüler olduğunu her daim kalabalıktan anlamanız mümkün.

Gün 9: Los Angeles ile Barışmak

Şaka yok, Los Angeles’la ilk karşılaştığım gün benim için hayal kırıklığıydı. Hele o Hollywood yok mu? Şehirle barışmak için ise şehrin biraz daha zengin bölgesine gitmemiz gerekti. Hostel’de kahvaltımı yaptıktan sonra gene oradaki arkadaşlarımla buluşarak Rodeo Drive ve Beverly Hills’e gittik. Burası şehrin en lüks yerlerinden biri, şöyle ki sokakta su almaya kalksanız 4 dolar veriyorsunuz. Ama Los Angeles’ta da insan köhne, pis sokaklar yerine biraz bunu beklemeli zaten.

Newport Beach

Günün ikinci yarısında ise benim The O.C. dizisinden hatırladığım, Newport Beach’e gittik. Newport Beach, Los Angeles’ta demek biraz güç, çünkü şehir merkezinden yaklaşık 100 kilometre uzaklıkta ve merkez trafiğiyle minimum bir buçuk saat alıyor gitmek. Ancak şansınız varsa buralara kadar gelmeyi ve Corona Del Mar’ın eşsiz manzarasını görmeyi kesinlikle öneririm. Eğer The O.C. izleyen bir insansanız buraları gezerken kulaklarınızda ‘Californiaaaa here we come…’  şarkısını hissediyorsunuz. Zenginlik seviyesi buralarda bir tık daha artıyor gibi…

Aslında Newport Beach’e asıl gelme sebeplerimizden biri ıstakoz ve yengeç yemekti. Ben hayatımda ilk kez böyle bir girişimde bulunduğum için neyle karşılaşacağımı bilmesem de ilginç bir deneyim oldu. Fındık kıracağı gibi bir kıracak, konserve açacağı tipi plastik bir araç ve önlük takarak yemek zorunda kaldığınız bu deneyim gerçekten meşakkatli bir iş. Maddi açıdan seyahatim boyunca yediğim en lüks yemek oldu diyebilirim, ama yeme sürecindeki zorluk nedeniyle manevi açıdan da insanı etkiliyor. Eğer böyle bir yemek merakındaysanız ve ‘denizden babam çıksa yerim’ diyorsanız birçok noktada şubesi de bulunan Joe’s Crab Shack merakınızı yeterince karşılayacaktır. Üç kişi böyle bir deneyim için bahşiş dahil 160 dolar gibi bir hesap ödedik.

Gittiğimiz yerlerin birbirinden uzaklığı neticesinde ikinci gün başka bir şey yapmaya fırsatımız kalmadan Los Angeles yoluna geri döndük. Ertesi gün seyahatimin son kısmına doğru yola çıkacağım için fazla da geç kalmadan direk hostel’e geçtim ve Los Angeles  sayfasını kapattım.

Kısa kısa:

  • Geçtiğimiz sene Orlando’da Universal Studios’a gittiğim için Los Angeles’ta Universal’a hiç uğramadım. Genel olarak neredeyse tüm ride’lar ve içerik aynı olduğu için eğer bu parklardan birine gitti iseniz diğerine gitmeye gerek yok diye düşünüyorum. Ancak ilk kez gidecekseniz Los Angeles’ta yapılacaklar arasında ilk sırada olmalı.
  • Venice Beach’e bir türlü gitme fırsatı bulamadım, ancak pek de bir şey kaçırdığımı düşünmüyorum. Büyük ihtimal Santa Monica Beach’in bir benzeri olacaktı. Vaktiniz var ise Santa Monica’dan yürünebilecek de bir mesafede.

Bir sonraki yol günlükleri yazım bir günlük Six Flags Magic Mountain deneyimim üzerine olacak. Gelecek yazıda görüşmek üzere…

Eğer Amerika Yol Günlükleri yazı dizisinin önceki yazılarını okumadıysanız aşağıdaki linkleri kullanabilirsiniz:

Daha Fazla
AmerikaAmerika Birleşik DevletleriGezi Planları

Amerika Yol Günlükleri Gün 7: San Diego

Amerika Yol Günlükleri yazı serisinin yeni yazısında artık yavaş yavaş Amerika’nın doğal güzelliklerini bir kenara bırakıp şehir hayatına doğru geçme vakti geldi. Amerika yol maceramın bu son bölümünde sırasıyla San Diego, Los Angeles ve San Francisco bulunmakta. Aslında buraları gezdikten sonra keşke şehirlere pek de vakit ayırmasaymışım, doğal güzelliklerden devam etseymişim dedim. Ancak evden 12.000 km uzaklara gelmişken, haliyle insanın meşhur olan şehirleri de görmeden dönmemesi gerekiyor.

Williams – San Diego Yolu

7. güne bir gün önce konakladığım Williams şehrinde bir benzinciden aldığım kahve ile başladım. Yolum uzun olacağı için kahvaltıya vakit ayırmak istemedim ve çantamdaki enerji barlardan birini yiyerek yoluma başladım. Bu gün yapacağım Williams – San Diego yolu seyahatim boyunca duraksama olmadan gerçekleştireceğim en uzun yol olacaktı. Navigasayona San Diego’da konaklayacağım yerin adını yazdığımda üç farklı rota çıktı karşıma. Hepsi birbirine yakın süreler olsa da tamamen otobandan gitmek istemediğim için, ortalama hızın biraz daha yavaş olduğu ve Meksika sınırına yakın bir lokasyondan geçen 722 kilometrelik rotayı tercih ettim.

Gün 7 Rotası: Williams – San Diego

Yolculuğum duraksamalarla birlikte yaklaşık 8 saat 15 dakika sürdü ve San Diego’da konaklayacağım tarihi Gaslamp bölgesine geldim. Eğer arabayla yolculuk ediyorsanız Amerika’da büyük şehirlerde en büyük sorun otopark sıkıntısı olarak karşınıza çıkmakta. Eğer şehrin merkezinde konaklıyorsanız otellerin otopark seçenekleri oldukça kısıtlı. Otopark hizmeti sunan oteller de genellikle vale park hizmeti ile birlikte yüksek ücretler istemekte, benim kaldığım yerde gecelik 36 $ gibi bir ücret vardı. Neyse ki otelime hemen 2-3 dakika yürüme mesafesinde, 6th Avenue ile Market Street’in kesiştiği noktada kapalı ve nispeten uygun fiyatlı bir kapalı otopark buldum. Günlük park ücreti 15 $’dı. Ek bir not, Kaliforniya’nın sahil kısımlarına yaklaştıkça benzin fiyatları da hissedilebilecek bir oranda artıyor; ama içiniz rahat olsun, benzinin en pahalı hali bile Türkiye’den ucuz.

Konaklama Şeysi

Arabamın konaklama sorununu hallettikten sonra kendi konaklama sorunsalımı halletmek için konaklayacağım Staypineapple at Hotel Z’ye check in’imi gerçekleştirdim. Burası seyahatim boyunca konakladığım en pahalı yer olsa da San Diego veya Kaliforniya eyaletinin diğer büyük şehirlerinde şehir merkezinde bulunan bir otelde konaklamak istiyorsanız karşınıza çıkabilecek en uygun seçeneklerden biri, gecelik 125 $ civarı. Evet, aslında epey pahalı ama burası Kaliforniya. Eğer kartınızla ödeme yapıyorsanız 150 $ civarı bir depozito da çektiklerini ekleyeyim. Fiyatıyla doğru orantılı olarak, Staypineapple at Hotel Z, tüm Amerika seyahatim boyunca kaldığım en kaliteli tesisti. Oteli incelemek isterseniz şuraya bir tık.

San Diego seyahatim boyunca Kaliforniya şehirleri arasında en beğendiğim şehir oldu diyebilirim. Hatta Amerika Birleşik Devletlerinde en sevdiğim şehirleri sıralamamı isteseler kesinlikle ilk 3’te yer alır kendisi. San Diego, büyük bir şehir olmasına rağmen bir o kadar da rahat ve nezih bir şehir olarak kaldı benim aklımda. Hatta ayrıldığımda buraya sadece bir gün ayırdığım için kendime kızdım, çünkü kesinlikle bir gün daha kalmayı hak ediyordu.

San Diego – Gaslamp Quarter (Tarihi Gaslamp Bölgesi)

Sadece bir günüm olduğu ve o güne de saat 16:00’dan sonra başlayabildiğim için San Diego’yu deneyimlemem gerektiği kadar deneyimleme şansım olmadı. Zamanımın tamamını konakladığım Gaslamp bölgesinde değerlendirmek zorunda idim. Gaslamp bölgesi, San Diego için şehrin merkezi konumunda. Şehrin rahat havasında, bu bölgede oturulup dinlenebilecek bir sürü mekan bulunmakta. Yol yorgunu da olduğum için ben de bu mekanlardan birini tercih ettim ve vaktimin bir bölümünü dinlenerek geçirdim.

San Diego - Gaslamp Quarter

Akşamın ilerleyen saatlerinde ise Marina tarafına yürüyerek San Diego’nun havasını biraz da denizden elde edebilme şansı yakaladım ve otelime döndüm. Ertesi sabah karanlıkta gördüğüm yerleri bir de gündüz gözüyle göreyim diyerek tekrardan soluğu Marina’da aldım. Burada gerçekten gezilecek birçok nokta var, ancak zaman kısıtlaması maalesef beni engelledi. Eğer benden daha fazla vaktiniz var ise Marina etrafındaki Seaport Village’daki dükkanlar, USS Midway Museum ve Waterfront Park kesinlikle daha ayrıntılı gezilmeyi hak eden yerler.

En başında da dedim ya, keşke Amerika planımda bir gün daha fazla ayırsaydım San Diego için. Hal böyle olunca Balboa Park, Old Town San Diego State Historic Park, Ocean Beach ve La Jolla gibi yerleri gezemeden San Diego’dan Los Angeles’a doğru yolculuğuma başlamak zorunda kaldım. Yolculuğumun ilerleyen bölümündeki Los Angeles ve San Francisco beklentilerimin bir tık altında kaldığı için bu seyahati tekrardan planlasam kesinlikle diğer şehirlerden kısaltıp o günü San Diego’ya verirdim.

Yedinci gün sonunda yolum toplam 3.525 kilometreye ulaştı. Amerika Yol Günlükleri’nde bir sonraki durağım 8. ve 9. günler olarak Melekler Şehri olarak bildiğimiz ancak benim için pek de meleklik bir yanı olmayan(Nedenleri gelecek yazımda…) Los Angeles olacak. Eğer Amerika Yol Günlükleri yazı dizisinin önceki yazılarını okumadıysanız aşağıdaki linkleri kullanabilirsiniz:

Daha Fazla
AmerikaAmerika Birleşik DevletleriGezi Planları

Amerika Yol Günlükleri Gün 6: Grand Canyon

Altıncı günüm seyahatime başladığımdan beri en kısa yolum oldu diyebilirim, ama zannetmeyin ki dinlenme fırsatı buldum. Bugünkü hedefim Grand Canyon, South Rim. Page’den Grand Canyon doğu girişine yaklaşık 175 kilometre süren bir yolculuk sonrasında ulaştım. Grand Canyon girişi de diğer national parklar gibi 30 dolar, ancak yıllık giriş kartım olduğu için tekrardan giriş kartım ve kimliğimi göstererek kolayca giriş yaptım.

Gün 6 Rotası: Page – Grand Canyon – Williams

Grand Canyon  aslında üç farklı bölüme ayrılmakta. North Rim, West Rim ve South Rim. North Rim ve South Rim Amerika National Park Service işletmeciliği altında iken West Rim ise buranın yerlileri, Hualapai Kabilesi tarafından işletiliyor. Aslında West Rim’de pek bir şey yok desem yeridir ve de özel bir işletme tarafından işletildiği için National Park giriş kartlarınızla giriş yapamıyorsunuz. Burada yapılabilecek en önemli aktivite olan Skywalk için ise 80 doları gözden çıkarmanız gerekiyor.

North Rim ise adından da anlaşılacağı üzere Grand Canyon’un kuzey sınırı. Burası parkın daha sınırlı hizmetlerin bulunduğu, kışın kapalı olan bir bölgesi. Daha çok profesyoneller tarafından tercih ediliyor. Bildiğimiz haliyle Grand Canyon’un en önemli bölgesi ve en geniş imkanlar sunan yer de South Rim ve ben tek günlük planımda burayı tercih ettim.

Grand Canyon Desert View Drive & Desert View Watchtower

Grand Canyon gerçekten adı gibi çok geniş bir alanı kapsadığı için doğu girişinden ziyaretçi merkezine kadar 45 km daha gitmeniz gerekiyor. Ancak bu yolu öyle hiç durmadan gitmeniz pek mümkün değil, görülecek çok yer var. Grand Canyon’un bu bölümü Desert View Drive olarak geçiyor. Doğu girişinden girdiğiniz anda Desert View Watchtower karşınıza çıkıyor  ve nefeslerinizi kesecek o ilk Grand Canyon manzarasını görüyorsunuz.

Watchtower’dan sonra tek tek aşağıdaki haritadaki noktalara uğrayarak ziyaretçi merkezine ulaşabilirsiniz. Aslında tüm noktalarda durmak ne kadar gerekli emin değilim, çünkü göreceğiniz her manzara ‘aynı b.kun laciverti’ misali birbirinin benzeri olacak. Ama o kadar güzel bir lacivert ki bu her seferinde nefesiniz kesilecek. Karar size kalmış.

Grand Canyon Visitor Center & Rim Trail

Ziyaretçi merkezine vardıktan sonra önerim arabanızı buraya park ederek bundan sonra parktaki shuttle sistemini kullanmak. Ben arabamı burada bıraktım ve kısaca ziyaretçi merkezini gezdikten sonra sırasıyla Mather Point, Yavapai Point’ten geçerek Rim Trail’den Kolb Studio’ya kadar yürüdüm. Toplamda yaklaşık 4 kilometre olan bu yolu dilerseniz mavi shuttle hattı ile de gidebilirsiniz, ama shuttle’la giderken o enfes manzarayı kaçıracaksınız, benden söylemesi. Rim Trail, Grand Canyon’un güney sınırında yürüdüğünüz, genellikle asfaltlanmış kolay bir yürüyüş rotası.

Bright Angel Trail

Kolb Studio’ya vardıktan sonra günün en zorlu rotasına başladım. Grand Canyon, Rim Trail dışında gün içerisinde 2-3 saatlik kısa hike yapılacak yürüyüş rotalarına sahip değil.  Üç tane ana büyük trail rotası var: North Kaibab, South Kaibab ve Bright Angel. Tek yön bakarsak, North Kaibab 22 kilometre, South Kaibab 11.3 kilometre ve Bright Angel 15.3 kilometre. Hepsi aynı noktada, Bright Angel kamp alanında sonlanıyor ve hepsi tek yönde 2.000 metreden fazla yükseklik değişimine sahip. Tek bir günde bu rotaların bir tanesini bile gidip dönmek pek mümkün değil, kamp yapmayacaksanız sonuna kadar gitmeyi denemenizi önermem. Ancak belli noktalara kadar gidip geri dönebilirsiniz.

Grand Canyon Hiking

Ben bu üçlüden başlangıç noktası da programıma daha uygun bir noktada olduğu için Bright Angel’ı tercih ettim. Yaklaşık 2.5 kilometre yürüdükten sonra birinci resthouse’u geçtikten biraz sonra geri dönüş yoluna başladım. Yolun gidişi nispeten kolay, bir yamacın etrafından uzunca bir yokuş iniyorsunuz. Ancak her inişin bir de çıkışı var tabii, o nedenle dönüşte nefes nefese bol bol dinlenmeceli bir trail olduğunu söyleyebilirim. Sırf gidiş dönüş 5 kilometre olan bu kısmında bile tepeden 350 metre aşağı iniyorsunuz, daha sonra da bu yolu geri çıkıyorsunuz. Yaklaşık 3 saat süren bu yol sonrasında tepeye geri varabildim. Trail’ler hakkında detaylı bilgi isterseniz şuraya bir tık.

Gün Batımı: Hermit Road

Tepeye vardıktan sonra hava hafiften gün batımına yaklaşmıştı ve kendime gün batımını izlemek için bir nokta aramaya başladım. Hermit Road üzerindeki Mohave Point veya Hopi Point en ideal yerler dendiği için kırmızı shuttle hattı ile önce Mohave Point’e gittim. Daha sonrada Rim Trail üzerinden Hopi Point’e geri yürüyerek gün batımını burada geçirdim. Mohave ile Hopi arasındaki yolun Rim Trail’in en güzel alanlarından biri olduğunu da belirteyim. Ne yalan söyleyeyim, gün batımını izlemenin pek bir esprisi yoktu. Yani öyle Yosemite’deki gibi bir renk cümbüşü olmadı. Burada dikkat etmeniz gereken bir konu, son shuttle otobüsü gün batımından 1 saat sonra kalkıyor. O nedenle shuttle otobüslerini kaçırıp ziyaretçi merkezindeki aracınıza 6-7 kilometrelik yolu yürümek istemiyorsanız saatlere dikkat etmekte fayda var.

Ek olarak, Hermit Road shuttle otobüsleri dışında özel araç trafiğine kapalı bir alan. Buraya gelecekseniz illaki yürümek, bisiklet kiralayıp bisikletle gelmek veya shuttle kullanmak zorundasınız. Shuttle sistemi ve Grand Canyon cep haritası için şuraya bir tık.

Konaklama İçin: Williams, Arizona

Günü batırdıktan ve aracıma döndükten sonra Tusayan üzerinden konaklayacağım Williams kasabasına doğru yola çıktım. Tusayan, tıpki Zion’daki Springfield kasabası gibi hemen National Park’ın dışına kurulmuş bir kasaba. Ancak Büyük Kanyona yakınlığı nedeniyle bütçe dostu bir yer değil. Bu nedenle ben biraz daha uzakta bulunan Williams’ı tercih ettim. 90 kilometre süren yolculuk sonrası Super 8 Williams’a ulaştım ve cadı kılığındaki bir resepsiyon beni karşıladı, meğersem cadılar bayramıymış o gün ve ben Grand Canyon’da geçirmişim.

Otel, Williams’ın hemen bir mil dışında olduğu ve etrafında hiçbir şey olmadığı için ilk varışta doğru mu geldim diye düşünmedim değil, ancak gayet güzel bir tercih olduğunu söyleyebilirim. Gecelik konaklama vergi dahil 55 dolardı, fiyata kahvaltının da dahil olduğunu ekleyeyim. Oteli incelemek isterseniz buyrun; Super 8 Williams East

Williams, adeta ormanın içine kurulmuş küçük bir kasaba. Tarihi Route 66 rotasının da bir geçiş noktası olduğu ve Grand Canyon’a yakınlığı nedeniyle de baya turistik olmuş. Route 66 ile bu seyahatimde ikinci ve son kez karşılaştım, gerçekten bir rotaya bu kadar önem verildiğini görmek ilginç geliyor insana. Akşam yemeğinde gene kendime bir BBQ restoranı bularak günü kapadım.

Altıncı gün sonunda toplam yolum 2.803 kilometreye ulaştı ve ertesi gün duraksamasız en uzun yolum olacağı için dinlenmeye geçtim. 7. Gün San Diego yolunda görüşmek üzere.

 

Daha Fazla
AmerikaAmerika Birleşik DevletleriGezi Planları

Amerika Yol Günlükleri Gün 5: Page, Arizona

Beşinci gün yazısına Las Vegas’ta çılgın bir gece geçirdikten sonra diyerek başlamak istedim. Ancak bir önceki gün Zion National Park’ta heyecan dolu uzun yürüyüşler yaptığım için Las Vegas’ta erkenden sızdım tabii. Beşinci günün şafağında gene erkenden uyanıp yaklaşık 500 km’lik bir yolculuğa başladım. Hedef bu sefer Page, Arizona. Page küçük bir kasaba olmasına rağmen görülecek doğal harikalar bakımından baya geniş imkanlar sunan bir yer.

Page, Arizona

Dikkatli bir şekilde rotamı takip ettiyseniz ilk başta Las Vegas’ı es geçip Zion’a gittiğimi, sonrasında Las Vegas’a geri dönüp gene Zion yolu üzerinden Page’e vardığımı göreceksiniz. Rotalama açısından tabii aynı yolu boş yere iki kez gitmiş gibi oldum, ancak bunun sebebi tamamen duygusal. Eğer bir gün önce Las Vegas’a gitseydim konaklama seçenekleri çok pahalı olduğu için programda böyle bir oynama yapmaya karar verdim. Net söylemem gerekirse bir gün önce Paris Las Vegas’ta konaklama 250 $ iken orada kaldığım gece 50 $’dı. Sizce de 400 km fazladan yol gitmeye değmez mi?

Gün 5 Rotası

Page, Arizona

Page, slot kanyonlarıyla ünlü bir bölge. Bu nedenle benim de ilk tercihim bunlardan biri oldu. Şüphesiz ki bu kanyonların en ünlüleri Antelope Canyon diye internette efsane fotoğraflarına denk geldiğiniz yer. Buraların tek kötü yanı bir rehber eşliği dışında girmenizin imkansız olması. Yani buraları gezecekseniz illaki bir tur satın almak zorundasınız. Antelope Canyon dedim ama aslında Antelope Canyons demek daha doğru, çünkü Upper ve Lower olmak üzere iki taneler. Lokasyon ve özellik olarak birbirlerine yakın olsalar da Upper’ın daha ünlü olduğunu söyleyebilirim, aldığı ışık sebebiyle özellikle fotoğrafçılar tarafından daha çok tercih ediliyor. Bu ün, tur fiyatlarına da yansımış. Upper Antelope Canyon’u gezmek istiyorsanız minimum 50 doları gözden çıkarmanız gerekiyorken Lower Antelope Canyon için bu fiyat 30 dolar civarlarında. Kanyonlara güneş ışığının en iyi denk geldiği saatler peak hours olarak geçiyor ve bu saatlerde tur fiyatları biraz daha pahalı. Buraların rehbersiz gezilmemesinin en büyük nedeni aslında gezenlerin güvenliği. Bölgenin coğrafi yapısı nedeniyle ani su baskınları tehlikesi bulunuyor (flash flood area) ve zamanında yaşanmış üzücü olaylar bu kanyonları bir süre ziyaretçilere kapatmış, sonrasında da sadece tur rehberleriyle ziyarete açılmışlar.

Ken’s Tours: Lower Antelope Canyon

Ben önceden internet üzerinden ayarladığım Ken’s Tours ile Lower Antelope Canyon’u gezmeye karar vermiştim, Page’e vardığımda da hiçbir yere uğramadan direk oraya geçtim. Yaklaşık bir saat süren turumda gerçekten eşsiz bir doğa harikasına şahit oldum. Tur rehberi tur boyunca gerçekten faydalı bilgiler veriyor, ayrıca fotoğraf çekilebilecek güzel noktaların ipuçlarını sizle paylaşıyor ve fotoğraflarınızın istenilen güzellikte çıkması için kameralarınızın, telefonlarınızın ayarlarını bile yapıyor.

Glen Canyon

Lower Antelope Canyon sonrası durağım Glen Canyon Dam Visitor Center ve Glen Canyon’un eşsiz manzarasıydı. Page, Arizona gerçekten doğal güzellikleriyle kendine hayran bırakıyor. Burada da eşsiz doğal güzellikleri bir süre gözlemledikten ve Glen Canyon Dam köprüsünden yürüdükten sonra bir sonraki durağıma geçtim.

Horseshoe Bend

Horseshoe Bend, Türkçe ismiyle Atnalı Menderesi bu yazıda artık klasikleşmiş bir tanım olacak ama doğanın eşsiz bir güzelliği olarak karşınıza çıkıyor. Horseshoe Bend trailhead’e arabanızı park ettikten sonra yaklaşık 1 km’lk bir yürüyüş sonrası bu eşsiz güzelliği görebiliyorsunuz. Yol Arizona’daki diğer yürüyüş yolları gibi kızıl, sanki kendinizi başka bir gezegende hissettiren kumlarla kaplı.(Kızıl gezegen, anladınız siz.) Yolun sonuna vardığınızda ise gözünüzü korkutan derecede bir uçurum ve karşısında Horseshoe Bend sizi karşılıyor. Burayı fotoğraflamak gerçekten güç, çünkü kadraja sığmayacak kadar görkemli büyük bir yer. Hele birde selfie çekmeye çalışıyorsanız bir hayli zorlanıyorsunuz.

Konaklama Zamanı

Page’deki planlarımı birbir gerçekleştirdikten sonra burada konaklayacağım otelime geçtim. Yaz aylarında yaklaşık 6 milyon turist ağırlıyormuş bu kasaba, o nedenle konaklama seçenekleriniz gayet geniş. Lake Powell etrafında konaklayabileceğiniz birçok seçenek olduğu gibi Page’in merkezinde de birçok konaklama seçeneği mevcut. Ben kasaba merkezindeki Rodeway Inn’de konakladım, klasik Amerikan tarzı bir yerdi gene. Ücret bakımından da diğer yerlere göre baya bir avantajlıydı. Merkezde olması sebebiyle etrafında bir sürü dükkan ve restoran bulunması ek olarak bir artı. Bahsetmeden geçemeyeceğim, burada benim için en büyük sürpriz Rodeway Inn resepsiyonunda bir Türk’ün çalışması oldu. Check-In yaparken her seferinde adımı sorduklarında İngilizce C-E-N-K diye hecelemeye girişirken burada birden ‘Oooo, Cenk Bey hoş geldiniz.’ diye karşılanınca bir şaşırıyor insan tabii. Oteli incelemek isterseniz bir tık.

Akşam yemeği için otelin yakınlarında bulunan Big John’s Texas BBQ’yu tercih ettim. Texas BBQ benim Amerika içerisindeki favori yemeğim diyebilirim, geceden pişirmeye başladıkları etler yaklaşık 10-12 saat yavaş yavaş piştikten sonra gün içerisinde bitene servis ediliyor, dilerseniz porsiyon şeklinde dilerseniz direk kiloyla satın alabiliyorsunuz. Soslar, etlerin tadı gerçekten çok iyi.

Bu arada, Page’e California, Nevada, Utah gibi eyaletlerden geliyorsanız saat dilimine dikkat etmekte fayda var. Page, Arizona eyaletine bağlı bir kasaba. Arizona da belirli dönemlerde Pasifik saatini, belirli dönemlerde ise Mountain denilen saat dilimini kullanıyor. Utah sınırına çok yakın olması nedeniyle de başka eyaletlerden gelince saatler sıklıkla karıştırılıyormuş. Hatta Utah’a yakınlığı nedeniyle bazen telefonlar baz istasyonunu Utah’tan aldığı için saati yanlış gösteriyormuş. O yüzden gitmeden telefonunuza Phoenix, AZ saatini ekleyip planınızı ona göre yaparsanız olası aksaklıkların önüne geçmiş olursunuz.

Beşinci günün sonunda yol 2.495 kilometre oldu. Bir sonraki hedef Grand Canyon, ama öncesinde eğer ilk dört gün macerasını okumadı iseniz sizi o yazılara alalım:

Amerika Yol Günlükleri Gün 1 & 2 – Yosemite National Park

Amerika Yol Günlükleri Gün 3 & 4 – Zion National Park

Daha Fazla
AmerikaAmerika Birleşik DevletleriGezi Planları

Amerika Yol Günlükleri Gün 3 & 4 – Zion National Park

Amerika yol günlükleri yazılarının ikinci kısmında bu sefer duraklarımız Zion National Park ve 4. Günün akşamında Las Vegas olacak. Öncelikle, ilk yazıyı okumadıysanız şuraya bir tık.

Gün 3 – Zion National Park Yolunda:

Bir önceki yazıya Route 66 Motel, Barstow’da son vermiştim. Barstow’dan Zion National Park yaklaşık 500 km. Sanırım Yosemite’den buraya gelirken neden Barstow’da duraksadığımı anlamışsınızdır. 3. Günün sabahında erkenden uyanarak direk yola çıktım. Fazla vakit kaybetmek istemediğim için öyle güzel bir kahvaltı mekanı bulma çabam olmadı, yolda bir benzin istasyonundan aldığım donut ve kahveyle geçiştirdim kahvaltıyı.

Yaklaşık 5 saatlik bir yolculuğun ardından Zion National Park girişine ulaştım. Zion National Park, Yosemite’ye kıyasla imkanları biraz daha kısıtlı olan bir yer. Bu nedenle özellikle hafta sonu 10-11 gibi saatlerden sonra gidiyorsanız park içerisinde otopark sıkıntısı çekebilirsiniz. Benim de şansıma günlerden cumartesi ve oraya vardığımda saat 13:00 gibi olduğundan park girişinde sürekli içerideki otoparklar dolu lütfen Springdale’e park edip shuttle kullanınız uyarısı bulunuyordu. Springdale, direk Zion National Park güney girişinin ucuna kurulmuş bir kasaba ve tamamen Zion ziyaretçileri için turistik bir amaçla kurulduğu her yerinden belli.

Ben gene de şansımı denemek istedim ve parka aracımla giriş yaptım. Sürekli bir giriş çıkış olduğundan otoparklar dolu olsa da sürekli bir değişim oluyor, o nedenle biraz şansınız yaver giderse birkaç kez turladıktan sonra kendinize uygun bir yer bulabiliyorsunuz. Ben Watchman Campground yakınlarındaki Zion Visitor Center otoparkına aracımı park edebildim. Bu arada buraya da giriş 30 dolar. Ama daha önceden yıllık giriş kartı aldıysanız tek yapmanız gereken kapıdaki görevliye kartınızı ve kimliğinizi göstermek. Türk ehliyetimi görünce nereli olduğumu merak eden görevli ile kısa bir sohbetten sonra rahatlıkla giriş yaptım. Zion National Park’a girdiğinizde ne yapmak isteyeceğinizi gene size verdikleri haritadan rahatlıkla planlayabilirsiniz. Ayrıca parka girdikten sonra kesinlike aracınıza ihtiyacınız olmayacak, çünkü shuttle sistemi çok iyi bir şekilde işliyor.

Suyunuz varsa için! Çünkü şu an çöldesiniz.

Watchman Trail & Upper Emerald Pools

Kendi sınırlarımdan pek emin olmadığımdan ve ilk kez böyle kanyon yürüyüşleri yapacağımdan ilk gün kendimi pek zorladım diyemem. Orta seviye bir hike olan Watchman Trail ve Upper Emerald Pools Trail’lerini yürüdüm. Daha yeni aldığım ve ilk kez giydiğim outdoor ayakkabılarım gün sonunda siyah renkten turuncuya dönmüştü. Yürüyüşler sonrası yorgunluğu atmak için de Zion Lodge’da bir şeyler atıştırdım.

Üçüncü günün sonunda konaklayacağım St. George’a doğru yola çıktım. St. George, Zion’a yaklaşık 70 km uzaklıkta bulunan nispeten büyük bir kent. (En azından civardakiler arasında en büyüğü.) Ancak bir daha seçecek olsam Zion’a daha yakın olan ve daha şirin bir kasaba olan Hurricane kasabasını tercih ederdim konaklama için. St. George’da da gene Amerikan tarzı bir motelde konaklasam da burada her şey daha kaliteliydi, en önemlisi güvenilir hissettirdi. Üçüncü gün yaptığım toplam yol 583 km olmuş.

Barstow Zion National Park
Gün 3 Rotası

Gün 4:

Uyandıktan sonra fazla vakit kaybetmek istemediğim için direk motelden check-out yaptıktan sonra kahvaltı edecek bir yer aradım, Pazar sabahı erken saat olduğu için bazı yerler kapalı olsa da Amerika’da birçok yerde görebileceğiniz Einstein Bagels’tan bir bagel ve kahve ile kahvaltımı yaptım.

The Chalet Motel

Aslında bugün Zion’a tekrar giderken aklımda sadece Zion National Park’ın en ünlü trail’i olan The Narrows’u yürümek vardı. The Narrows, belli düz bir yol olmayan ve akan Virgin nehrinin içinden yürüdüğünüz bir trail. Yani suyun içinde yürüyorsunuz. Normalde tam günlük bir trail ve yürüyen herkes özel ekipmanlarla geliyor. (Özel botlar, pantolonlar, yürüyüş bastonları vb.) Aslına bakarsanız parkın girişinde Springdale’de bu ekipmanları rahatlıkla kiralayabileceğiniz bir dükkan mevcut ancak ben tamamını yürümeyi planlamadığım ve sadece ‘bir arkadaşa bakıp çıkacağım’ şeklinde kafamda kurduğum için başlangıcını yürürüm zannediyordum. Riverside Walk Trail’den The Narrows’un başına geldiğimde normal ayakkabı ve şortla başlangıcını bile yürüyemeyeceğimi anladım ve bu benim için günün hayalkırıklığı oldu. Geri dönüp ekipman kiralasam git gel için en az bir buçuk saatimi harcayacağımdan maalesef oradan bu hayalkırıklığıyla dönmek zorunda kaldım ve kendime yürümek için kendime yeni bir trail seçtim.

Amerika Yol Günlükleri
The Narrows Trailhead

Hidden Canyon Trail

The Narrows’un hayalkırıklığından mıdır veya deli cesaretinden midir nedir orta seviye bir trail yerine stresli-zor seviye bir trail olan Hidden Canyon trail’de buldum kendimi. İlk başları öyle çok da zor olmayan bir trail olsa da (sadece sürekli yukarı çıkmak dışında) son bölümde bir zincire tutunduğunuz, sağınıza baktığınızda ise bir uçurum olan bir yere dönüştü. Bu aşamaya geldiğimde hiç yalan yok baya bir tırstım, hatta bir ara geri dönmeye karar verdim. Tam geri dönerken arkamdan gelip beni geçen yaşlı bir uzak doğulu çift beni geri dönme kararımdan vazgeçirdi ve o cesaretle geri döndüm ve Hidden Canyon trail benim için unutulmayacak bir anı oldu.

Las Vegas

Planıma göre akşam üstü Las Vegas’ta olmam gerektiğinden Zion National Park’tan 13:30 gibi ayrılarak tekrardan yola koyuldum. Yaklaşık üç saatlik bir yolculuk sonrasında sanırım tüm seyahatim boyunca konaklayacağım en lüks hotele, Paris Las Vegas’a vardım. Aslında ne Las Vegas’a karşı ne de o otellere karşı bir heyecanım vardı, ilk planım bir hostelde kalmaktı. Ancak Paris Las Vegas’ta çok uygun bir konaklama fırsatı yakaladığım için tercihimi bu yönde kullandım.

Zion National Park Las Vegas
Gün 4 Rotası

Las Vegas ile ilgili çok fazla anlatacak bir şeyim yok desem yeridir, tamamen filmlerden gördüğünüz neyse o. Sanırım tamamen Amerikalılar stres atsın diye kurulmuş farklı bir eğlence anlayışı olan bir yer. Otellerin hepsi labirent gibi, odanıza çıkan yolu bulmak için biraz çabalamanız gerekiyor. Eğer Paris Las Vegas gibi bir yerde konaklayacaksanız, konaklamanızdan önce size gelen mailleri takip etmenizi ve gitmeden önce online check-in yapmanızı öneririm. Online check-in yapınca oteldeki self check-in kiosklarını kullanıp rahatlıkla işlemlerinizi halledebiliyorsunuz. Yoksa check-in için uzun bir sıra karşılayabilir sizi.

Sosyal mesaj vermem gerekirse: ‘Kasa her zaman kazanır.’ Kumar iyi bir şey değil, ama Las Vegas’tasınız. Şu makinelerin başına bir de ben oturayım demek en doğal hakkınız. Ancak size önerim küçükten başlayıp biraz kazanınca kalkmanız. Yoksa eliniz boş dönersiniz büyük ihtimalle, ben öylesine biraz vakit geçirmek için oturduğum makineden 10 doları 50 dolar yaparak hemen oradan uzaklaştım.

Ayrıca ilginiz varsa David Copperfield veya Cirque du Soleil gibi gösterilere gitmenizi öneririm, burası bir gösteri şehri sonuçta. Ben Cirque du Soleil’in Ka isimli gösterisine giderek geçirdim akşamı, gerçekten görkemliydi. Biletler için aynı gün şehir içinde bulunan gişeleri veya vegas.com ‘u tercih edebilirsiniz. (Son gün kalan biletler indirimli satılıyor.)

Dünyanın En İyi Hamburger’i

Son olarak akşam yemeğimden bahsedeceğim. Bir hamburger ne kadar güzel olabilir diyorsanız şimdi size hayatımda yediğim en güzel hamburger’i sunacağım. Gerçekten gittiğim her yerde ‘best burger in town’ diye aratıp elimden geldiğince oralara gitmeye çalışırım. Amerika bu konuda zaten cennet gibi, ancak Las Vegas’ta best burger in town lafı benim için best burger in the world’e dönüştü. (En azından benim tecrübe ettiğim dünyamda.)

Mekanımız, Gordon Ramsey Burger. Gordon Ramsey zaten Amerika’da ünlü bir şef, televizyonlarda ünlü olmuş bir abimiz. Burada yaklaşık 20 dk sıra bekledikten sonra bara geçip oturdum ve menüden siparişimi verdim. Yoğun olduğu için siparişimin gelmesi 30 dakikayı bulsa da gerçekten hiç şikayet edemem, çünkü ne kadar anlatırsam anlatayım yeterince övemeyeceğim, kısaca ‘best burger in the world’ dediğim bir hamburger yedim. Bu nedenle günün birinde Vegas’a yolunuz düşerse, hamburger de seviyorsanız direk burada alın soluğu.

Dördüncü günün sonunda 2004 kilometre oldu rotam. Bir sonraki Amerika Yol Günlükleri yazısında 5. günün detaylarını ileteceğim.

Daha Fazla
AmerikaAmerika Birleşik DevletleriGezi Planları

Amerika Yol Günlükleri Gün 1 & 2 – Yosemite National Park

Geçtiğimiz hafta benim için uzun sayılabilecek 17 günlük bir Amerika seyahatinden döndüm. Bu gezinin ilk 4 günü kuzenimle Teksas’ta 1.000 km’lik bir yolculuk ile geçti. Daha sonra ise Dallas’tan San Francisco’ya uçarak 13 günlük araba kiraladım ve bu 5.100 km’lik bir yolculuğun başlangıcı oldu. Amerika Yol Günlükleri başlıklı yazılarımda da bu yolculuğu adım adım anlatırken gittiğim yerlere dair kısa kısa bilgiler vereceğim. Gittiğim yerlerin detayları ise daha sonraki yazılarda olacak.

Yola Başlamadan Önce – Araba Kiralama İşlemleri

Amerikada araba kiralamak ile ilgili deneyimlerimi daha önceden Amerikada Araba Kiralamak | Kullanmak yazımda paylaşmıştım. O yazıyı bu seneki tecrübemden sonra güncelleyeceğim ancak kısaca burada da kısaca bahsetmekte fayda var.

Bu sene kiralamamı Thrifty Cars 4 Rent sitesinden yaptım. Gitmeden önce firmayla ilgili biraz çekincelerim olmasına rağmen gidince çekincelerimin yersiz olduğunu anladım. Fiyatların uygunluğu nedeniyle bu siteyi bir kontrol etmenizde fayda var.

San Francisco’da havalimanından araba kiralıyorsanız Araç Kiralama Merkezi’nin biraz havalimanının dışında kaldığını belirteyim. Ancak ulaşım ile ilgili çekinceleriniz olmasın, havalimanı içerisinde ücretsiz ring atan AirTrain’ler ile sıkıntısız bir şekilde ulaşıyorsunuz. Gittiğimde Thrifty önündeki sıra biraz gözümü korkutsa da gayet hızlı ilerlediğinden yaklaşık 15 dakika içerisinde aracımı almaya hazırdım.

13 Günlük Yol Arkadaşı – Ford Escape

Amerika Yol Günlükleri – Gün 1:

San Francisco’dan arabayı aldığım gibi ilk işim Yosemite National Park’a gitmek oldu. San Francisco’da dönüşte kalacağım için hiç vakit kaybetmeden yola çıktım.

Amerika’da navigasyon için yegane önerim Google Maps. Araç kiralarken paralı yollar için hizmet istemediğim için (ki günlük yaklaşık 15 dolar alıyorlar, hiç gerek yok.) Google Maps’in rota ayarı her zaman paralı yollar hariç şeklindeydi.

Gün 1 rotası

Yaklaşık üç buçuk saatlik bir yolculuk sonrası konaklayacağım Oakhurst’e ulaştım. Burada konaklamak için Best Western Plus Yosemite Gateway Inn’i tercih ettim. Yosemite’ye yakınlığı nedeniye Oakhurst’te konaklama çok ucuz diyemem, ortalama 80 – 100 $ civarı. Küçük bir kasaba olduğu için de hostel gibi seçenekler maalesef mevcut değil.

Oakhurst küçük bir Amerikan kasabası, hep o filmlerde gördüğümüz ağaçların içine kurulmuş küçük kasabalar vardır ya işte onlardan. Aslına bakarsanız Yosemite’nin girişinde olmasa pek de adı sanı duyulmazmış. Kasaba içind pek yapacak bir şey yok ancak yeme içme için lokal bir brewery olan Southgate Brewing Company’e uğrayabilirsiniz. Bira severler için birçok seçenek bulunurken yanında da güzel atıştırmalıklar yiyerek yorgunluğunuzu atabilirsiniz.

Saat 15:00 gibi otele check in yapıp biraz dinlendikten sonra kendimi Yosemite National Park yoluna attım. Haritadan bakınca Oakhurst, hemen Yosemite’nin girişinde gibi gözükse de buradan Yosemite’de bir yere gitmek için en az bir buçuk saatinizi vermeniz gerekiyor. Park içinde hız sınırının 35 mil olması ve yolların dağlık/virajlı olması hızlı hareket etmenize izin vermiyor. Ayrıca giderken de o doğal güzelliği izlemek istediğinizden yavaş gidiyorsunuz zaten.

Amerika’da doğal parklara arabayla giriş 30 dolar, ödediğiniz bu para 7 gün boyunca sınırızsız girişinizi sağlıyor. Eğer gezi planınızda 3 veya daha fazla park var ise 80 dolara yıllık tüm parklara sınırsız giriş kartı alabilirsiniz, ben 3 tane yer planladığım için bu tercihi kullandım. Parka girişlerde size bir broşür ve park haritası veriyorlar. İlgili broşürleri ve haritaları kullanarak programınızı çok rahat ayarlayabiliyorsunuz.

İlk gün saat de biraz akşama yaklaştığı için hiç Yosemite Vadisi’ne inmeden Glacier Point’e gittim. Glacier Point, gün batımını izlemek ve Half Dome’un ve Yosemite Vadisinin eşsiz görüntülerini görmek için en ideal yerlerden biri. Glacier Point’te gün batımıyla gökyüzünün morumsu bir renge bürünmesini izlemek çok keyifliydi.

Amerika Yol Günlükleri – Gün 2:

İkinci gün sabahında otelde kahvaltıyı yaptıktan sonra Yosemite’nin diğer bir bölümü Yosemite Village’a doğru yola çıktım. Belirtmek isterim ki Best Western Plus Yosemite’de yaptığım kahvaltı tüm gezimin en iyi otel kahvaltısıydı. Aslında Amerikan otellerinin birçoğunda standart continental kahvaltı var ancak burada çeşit bir hayli fazlaydı.

Yosemite Village’a gidene kadar karşınıza 2-3 durak daha çıkacak. İlk önce Tunnel View, daha sonra da Bridalveil Fall da durarak eşsiz manzalar görebilirsiniz. Village’a vardığınızda ise size önerim arabanızı bulabildiğiniz uygun bir yere park edip, park içindeki bedava shuttle sistemini kullanmak. Detaylar gene size girişte verdikleri haritada bulunuyor.

Yosemite’de öncelikli olarak görmek istediğim birkaç yeri ziyaret ettikten sonra önümde uzun bir yol olduğu için yaklaşık 14:00 gibi ayrıldım ve Barstow yoluna geçtim. Aslında Barstow sadece uyumak için duraklayacağım ara bir nokta, 2. Durağım Zion National Park olduğu ve Yosemite’den baya uzak olduğu için bir ara vermek zorundaydım.

Amerika Yol Günlükleri
Gün 2 rotası

Barstow için pek bir şey diyemeyeceğim ama o meşhur tarihi Route 66’in buradan geçtiğini belirtmekte fayda var. Yolumun Route 66’e düşmesi bile heyecan vericiydi. Burada klasik Amerikan tarzı bir yol kenarı moteli olan Route 66 Motel’de konakladım. İlk kez böyle bir yerde kalıyorsanız hafif korkutucu gelebilir, odaya girdiğimde yan odadakiler yürüse bile hissediyordum. Dışarıdan gelen en ufak bir sesi de. Ancak herhangi bir sorunla karşılaşmadım.

Amerika Yol Günlükleri

Daha ilk 2 günden yolum 1080 km olmuştu bile. 3. Ve 4. Günün detayları bir sonraki Amerika Yol Günlükleri yazımda olacak…

Daha Fazla
AmerikaAmerika Birleşik DevletleriGezi Planları

İkinci Amerika Çıkarması – Amerika Gezi Planı

Uzun bir süredir yoğun ve karmaşık bir Amerika gezi planı üzerinde uğraştığım için yazmaya pek odaklanamıyordum, ama artık bu plandan bahsetmenin vakti geldi. Geçtiğimiz sene blogu ilk açtığım zamanlar da hummalı bir Amerika planı yapmaya çalışıyordum. O zamanlar Avrupa dışına ilk kez çıkacak biri olarak fark ettiğim ilk şey Amerika Birleşik Devletleri’nde iki haftalık bir gezi planı çıkarmanın Avrupa’da bir plan yapmak gibi kolay olmadığıydı. Geçen sene tercih doğu yakası idi ve ortaya çıkan rotamı Amerika Doğu Yakası – Gezi Planı yazımızdan okuyabilirsiniz. Bu sene ise odağımız çoğunlukla Batı ve Orta bölümler.

Aslında bir Amerika gezi planı için aylar ayırsanız da yetmez, çünkü o kadar çok görülecek yer var ki. O nedenle bizim gibi beyaz yakalı, yılda 15-20 gün tatili olan gezginlerseniz en iyi seçenek 15’er günlük seyahatlere bölmek. Hele ki 9 günlük birleşen bayram tatilleri varsa ne ala, bir hafta izin alarak 15 günlük tatili çıkarabilirsiniz. 2018’de özellikle kurban bayramının öyle olacağını şimdiden belirtelim.

Amerika Gezi Planı Part I Vahşi Batı – Texas

Amerika gezi planı için bu sene de başlangıç olarak aile kontenjanını tercih ettim. Geçtiğimiz sene Atlanta’da yaşayan kuzenim bu sene Dallas’a taşındı ve ben de uçak biletimi Houston’a aldım. Houston her ne kadar geçtiğimiz haftalarda Harvey kasırgasında büyük zarar görse de Ekim sonuna kadar toparlar umarım.

Gezimin ilk kısmı Houston’dan başlayarak Texas’ın önemli yerleşim birimlerini keşfetmekle başlayacak. Houston’dan yola çıkıp Galveston, San Antonio, Texas eyaletinin başkenti Austin ve Dallas ana duraklarımız. Aslında bu kısım ile şu anlık anlatacak fazla bir şeyim yok çünkü planlamasını kuzenim yapacak, açıkçası bana da sürpriz olacak.

Bu bölgeye baktığımızda en çok öne çıkan şehirler San Antonio ve Austin, Part I’e toplam beş gün ayırıp sonrasında uçakla San Francisco’ya geçeceğim.

Part II – Pasifik Kıyıları, Yosemite, Arizona Çölleri

Gelelim Amerika Gezi Planı Part II’ye, beni asıl heyecanlandıran kısmına. Heyecanlandıran diyorum çünkü daha önceden tek olarak girişmediğim işlere girişeceğim. Toplam 13 gün sürecek bu kısmın yarısı Amerika’nın doğal harikaları içinde, çöllerde, kanyonlarda geçecek. Gezecek çok fazla yer ve sınırlı vakit olduğu için elbette bazı yerler kaçacak, belki bazı planlar istediği gibi gitmeyecek. Ancak her şeye rağmen unutulmayacak bir maceranın ortaya çıkacağı kesin.

Sadece şehirden şehire aşağıdaki gibi bir yolum olacak. Ara duraklarla birlikte toplam mesafenin 13 günde yaklaşık 5.o00 km olmasını bekliyorum.

Durak 1: Yosemite National Park

Genel olarak Amerika Gezi Planı yaparken çok fazla doğa içinde, hiking rotaları üzerine plan yapana dek gelmezsiniz. Daha çok büyük şehirler öne çıkar. Ancak Amerika’da en az büyük şehirler kadar keşfedilmesi ve önem verilmesi gereken yerler doğal parklar.

Yosemite National Park, Amerika Birleşik Devletleri’nin en meşhur doğal alanlarından biri. Bu doğa harikası yılda 4 milyon ziyaretçiye ev sahipliği yapıyor. Kaliforniya eyaletine bağlı Yosemite National Park’a San Francisco’dan yaklaşık 300 km yolculuk ile ulaşabiliyorsunuz. Burada yaptığınız plana göre eğer doğayı da seviyorsanız bir hafta geçirmeniz bile mümkün. Görmeniz gereken yerlerin başında Yosemite Valley, Tunnel View, Glacier Point, Bradalveil Fall, Yosemite Falls ve Tuolumne Meadows gibi doğa harikaları öne çıkıyor. Yosemite National Park’ın içerisinde de konaklayabileceğiniz gibi (veya kamp yapabilirsiniz) etrafındaki Oakhurst, Mariposa gibi kasabalarda da konaklayabilirsiniz. Ben konaklama için Oakhurst’u tercih edeceğim.

Durak 2: Zion National Park

Gezimin ikinci durağı Utah eyaletine bağlı Zion National Park. Yapacağınız plana göre burada da günler geçirmeniz olası. Bu rotalar özellikle doğa içinde kamp veya hiking sevenler için eşsiz güzellikler sunuyor. Zion National Park diyince karşımıza ilk çıkan The Narrows. The Narrows efsane güzellikler sunan bir hiking rotası, ancak tamamını yapacak iseniz bir gününüzü ayırmanız gereken bir yer. O kadar vaktim yok diyorsanız da Zion içindeki ücretsiz shuttle’lar ile Zion Canyon Scenic Dr’ın sonuna ulaşıp Riverside Walk trail’i geçerek The Narrows’un girişine ulaşabilirsiniz. Biraz yürüyüp geri dönerek en azından bir tadını almakta fayda var, en azından ben böyle yapmayı planlıyorum.

Durak 3: Las Vegas

Las Vegas’ı uzun uzadıya anlatmaya gerek yok sanırım, zira kendisi her Amerika Gezi planı için vazgeçilmez ve lakabı Günahlar Şehri olan bir yer, aslına bakarsanız çok da merak ettiğim söylenmez. Ama oralara kadar gitmişken görmeden ve o atmosferi yaşamadan dönmek olmaz diye düşünüyorum.

Aslında Las Vegas başta hiç heyecanlandırmasa da konaklamayı çok uygun fiyata yakaladığım için o filmlerdeki otellerden birinde yapacağım için hafiften heyecanlıyım da. (En başında hostel’de kalmayı planlarken.) Bakalım Günahlar Şehri bir gecede karşıma neler çıkaracak.

Amerika Gezi Planı

Durak 4: Antelope Canyons, Horseshoe Bend & Monument Valley

Las Vegas’tan sonra çölün çoraklığına geri dönüp kendimi Arizona eyaletinin Page kasabasına atmayı planlıyorum. Page kasabasında birçok aktivite bulmak mümkün.

İlk olarak güne Horseshoe Bend ile başlayıp daha sonradan Antelope Canyon’u gezerek devam etmeyi planlıyorum. Antelope Canyon için kısaca suyun aşındırarak oluşturduğu doğal, dar kanyonlar diyebiliriz. Upper ve Lower olmak üzere iki adet Antelope Canyon var. Buralar maalesef tur rehbersiz gezilmiyor, Upper için 50-60, Lower için ise 25 dolarlık bir ücreti gözden çıkarmak zorundasınız. İkisinin benzer özelliklerde olduğu belirtilse de öğle saatlerinde Upper özellikle fotoğrafçılar için daha iyi ışık sunuyor gibi, en azından araştırmalarım öyle diyor. Fotoğraf hayranları için ayrıca fotoğraf turları düzenleniyor, tabii bu turlar en az iki katı maliyetli ve tripod zorunlu. Bütçenize göre birine gitmenizde fayda var. Ben tercihimi büyük ihtimalle biraz da bütçe kaynaklı Lower olarak kullanacağım. Bu arada tur fiyatlarına 8 dolarlık Navajo Park Permit Fee ‘nin dahil olmadığını söyleyeyim.

Monument Valley ise Page’in yaklaşık 200 km doğusunda bulunan, heykel gibi tepelerin bulunduğu bir bölge. Burası da filmlerde sık sık karşımıza çıkan yerlerden biri.

Durak 5: Grand Canyon National Park

Grand Canyon da gene herkesin adını en az bir kere duyduğu bir yerdir sanırım. Genelde Las Vegas’tan günübirlik turlar veya helikopter turları ile ziyaret edilen Grand Canyon’da daha detaylı bir gezi isteyenlerdenseniz benim gibi burayı bir ara durak yapmalısınız. Grand Canyon Village’da direk park içinde konaklayabileceğiniz gibi (gene kamp seçenekleri de mevcut) Flagstaff, Williams gibi yakın yerleşim yerlerinde de kalabilirsiniz.

Grand Canyon araştırmanızda South Rim, North Rim ve West Rim karşınıza çıkacak. North Rim ve South Rim, Amerika Ulusal Doğal Park’ları işletmeciliği altında bulunsa da West Rim özel bir kuruluş tarafından işletiliyor. Hangisi diye sorarsanız en çok çeşitliliği sunan South Rim diyebilirim. Planınızın el vermesine göre South Rim’e gene günlerinizi ayırmak mümkün, sunduğu manzaralar birbirinden efsane.

Amerika Gezi Planı

Durak 6: San Diego

San Diego, Amerika’nın batı yakasının en güneyinde bulunan ve Meksika sınırına çok yakında bulunan bir şehir. İlk planımda yoktu ancak buralara kadar gelmişken görmeden dönme kontenjanından gene bir gün ayırdım.

Durak 7: Los Angeles

Los Angeles da gitmeden önce çok detaylı anlatacağım noktalardan biri değil. Çünkü jenerik olarak hepimiz buranın hakkında bir fikre sahibiz. Amerikan sinemasının beşiği Hollywood’un ve NBA efsanesi Los Angeles Lakers’ın ev sahibi Amerika’nın batı yakasına giden yerlerin ilk tercih ettiği yerlerden biri olarak öne çıkıyor. Detaylı anlatım turdan sonra.

Durak 8: San Francisco

San Francisco hakkında kötü bir söz diyene şu ana dek rastlamadım. Tartışmasız her Amerika seyahati yapan, San Francisco’nun gördüğü en eşsiz şehirlerden biri olduğunu söyler. Bu da benim bu şehre olan iştahımı biraz kabartıyor açıkçası. Şu ana kadar doğu yakasında gezdiklerim arasında yaşanabilir dediğim tek şehir Washington DC idi. Ön araştırmalarım San Francisco’nun DC ile yarışacağını gösteriyor gibi, umarım yanılmam.

Golden Gate, Fisherman’s Wharf, Alcatraz ve daha fazlası. Hepsi bu şehrin içinde…

Bu arada bir basketbol hayranı olarak Amerika’daki son akşamımda San Francisco’nun komşu şehri Oakland’da bir Golden State Warriors maçını da görecek olmam beni ayrıca heyecanlandırıyor.

Yazıyı bitirmeden önce;
  • Bu planda yer alan doğal parklar hakkında detaylı bilgiler için tık. Amerika National Park Service’in internet sitesi ihtiyacınız olan tüm bilgileri güncel bir şekilde içeriyor.
  • Antelope Canyon turları için önceden rezervasyon yapmak gerekiyor. Bunun için 4-5 adet tur şirketine denk gelebilirsiniz. Lower Antelope Canyon için benim tercihim Ken’s Tours oldu. Sitesi ve detaylı bilgi için tık.
  • Amerika’da araba kiralayıp kullanmadan önce Amerikada Araba Kiralamak | Kullanmak yazımıza göz gezdirmenizde fayda var. Malum elin memleketinde farklı trafik kuralları olabiliyor.
  • Elbetteki günler sınırlı olduğu için programa eklemek isteyip ekleyemediğim yerler var. (Biraz da coğrafi konumları nedeniyle.) Bunların başında The Wave Trail, MOAB, Yellowstone National Park ve Seattle geliyor. Umarım bir sonraki geziye.

Seyahatimden sonra planımı ne kadarını başarıyla gerçekleştirdiğimi, neleri yapamadığımı, ne süprizlerle karşılaştığımı ve neler yaşadığımı detaylı bir şekilde anlatacağım tabii. (Las Vegas dışında, ne demişler: ‘What happens in Vegas, stays in Vegas’)

Sevgili Bilbo Baggins’in de dediği gibi; ‘I’m going on an Adventure!’

Daha Fazla
AmerikaAmerika Birleşik DevletleriGezi İpuçları

Amerikada Araba Kiralamak | Kullanmak

Yurtdışında araba kiralamak, yurtdışı seyahati planlayanların merak ettikleri konuların başında gelir. Daha önceden sizlerle Yunanistana Arabayla Gitmek ve İtalya’da Araba Kullanmak ile ilgili deneyimlerimizi paylaşmıştık. Şimdi ise bambaşka bir coğrafyaya geçiyoruz. Bu sefer Amerikada araba kiralamak ve kullanmak üzerine deneyimlerimizi paylaşacağız.

Amerikada Araba Kiralamak

Amerika derken elbette ki Amerika Birleşik Devletlerinden bahsediyoruz. Amerikada araba kiralamak konusunu araştırmaya başladığınızda ilk dikkatinizi çekecek şey, Amerikada araba kiralama ücretlerinin son derece uygun olduğu. Tabii ki kiraladığınız şehre ve modele göre değişecek bu fiyatlar, ancak günlük 5 $ ile 50$ dolar arasında değişen fiyatlarda araç bulmanız mümkün. Genelde Amerikaya giden birinin güzel bir SUV veya Ford Mustang gibi üstü açılan araçlara yöneldiğini görürsünüz, bu gayet normal bir tepki çünkü bu araçları Türkiye’de bulamayacağınız kadar ucuza kiralayabilme şansınız var. Arabanızı havalimanı değil de şehir içi ofislerden kiralarsanız daha ucuz olacağını belirtmekte fayda var.

Enterprise, Sixt gibi ünlü firmaların sitelerinden direk kiralama yapabileceğiniz gibi RentalCars firmasının sitesinden karşılaştırmalı fiyatları görerek de kiralama işleminizi gerçekleştirebilirsiniz. Amerika için ayrıca ek olarak Priceline veya Hotwire gibi siteleri incelemenizde fayda var. Özellikle Hotwire son derece ucuz fiyatları, son dakika fırsatlarını bulabileceğiniz bir site olarak öne çıkıyor.

Ben konakladığım yere yakın olması nedeniyle Enterpise’tan yapmıştım kiralamamı. 230 $ gibi bir ücrete, 8 günlük bir araç kiraladım. Arabayı kiralarken size tam sigorta isteyip istemediğinizi soracaklar, bu da araba modeline göre günlük 15-30 $ arasında  değişmekte. Eğer uzak memleketteyim, içim rahat olsun istiyorsanız bu sigortayı es geçmemenizi öneririz. Belki hiç ihtiyacınız olmayacak olsa bile dünyanın binbir türlü hali var sonuçta. Ben içimin rahat olmasını tercih ettiğim için sigortayı yaptırdım ve toplam maliyet 435 $’a kadar çıktı. Bu arada benim en sevdiğim durum, Amerikada tüm arabaların otomatik vites olması. Adamlar rahatına düşkün en nihayetinde. Bu sayede Amerikada otomatik vites kiralayacağım diye ekstra ücretler ödemenize gerek kalmıyor.

Ek bir bilgi olarak, daha önce hiçbir araba kiralama firmasında talep etmedikleri uluslararası sürücü ehliyetini burada talep ettiler. Her ne kadar yeni tip çipli ehliyetin geçerli olması gerekirken ben ne olur ne olmaz diye daha önce 2015 yılında çıkarmış olduğum ve halen geçerlilik süresi olan Uluslararası Sürücü Belgemi de yanımda götürmüştüm ve bu sayede bir sıkıntı yaşamadım. Ayrıca Amerikada birçok kez araba kiralayan arkadaşlarımın hiçbirine de uluslararası sürücü ehliyeti var mı diye sormamışlar, sanırım biraz da benim şansıma denk geldi.

Ah O Benzin Fiyatları

Amerika dediğimizde dananın kuyruğunun koptuğu yer benzin fiyatları. O kadar ucuz ki, anlatılmaz yaşanır. İnsanın bidonlarca doldurup ülkesine getiresi geliyor. İşin şakası, Amerikada benzin galon ölçü birimi ile satılıyor. 1 galon yaklaşık olarak 3,8 litreye denk geliyor ve sıkı durun, 1 galon benzinin fiyatı bulunduğunuz yere göre 2017 güncel fiyatları ile 2$ – 2,5$ arasında değişiyor. Yani düz bir hesaplama ile 1 litre benzin 1,87 TL ile 2,36 TL arasında değişiyor. Ağlamak geldi içinizden, değil mi? İşte sırf bu nedenle bile Amerikada araba kiralamak hayat kurtarıcı bir şey olabiliyor.

Kiraladığınız arabanın deposuna göre değişecektir elbet ama benim kiraladığım arabanın deposu 20 $’a doluyordu. Toplamda 3.000 KM yolda 100 $’lık bir benzin harcamam oldu. Benzin alırken kritik bir nokta benzin istasyonlarının self service olması. Yani pompacılık gibi bir meslek orada yok, kendi deponuzu kendiniz dolduruyorsunuz. Kredi kartınız Amerika’ya kayıtlı bir kart değilse büyük ihtimal pompanın sistemi kredi kartınızı kabul etmeyecek, o nedenle önce benzincideki markete girip ödeme yapmalısınız. Ödeme yaptığınızda kasiyer pompayı açıyor ve o tutarda benzini rahatlıkla doldurabiliyorsunuz.

 

Amerikada Araba Kullanırken Dikkat Edilmesi Gereken Kritik Noktalar

Arabanızı kiraladınız ve sıra Amerikada araba kullanmak konusuna geldi. Ülkemizdeki gibi dan dun kullanmak yok, kurallara birebir uymak gerekiyor. Tabii böyle dedik diye de Türkiye’de dan dun araba kullanmak normal gibi karşılanmasın, ülkemizde de trafik kurallarına uymanız gerektiği bizim size buradan sosyal mesajımız olsun. Tüm trafik kurallarına uymak bir numaralı uyarımız olsa da farklı bir kıtada olduğunuzu ve kıtanın kendine has kuralları olduğunu belirtmekte fayda var, bizim dikkatimizi çeken ve sizlerle paylaşmamız gerektiğini düşündüğümüz birkaçını aşağıda sıraladık:

Dur İşareti

Bir yolun sonuna geliyorsunuz ve başka bir yola bağlanacaksınız. Tam önününüzde yerde kocaman bir STOP yazıyor. Burada çıkacağınız yolda araba olsun ya da olmasın kesinlikle bir durmanız gerekiyor. Yavaşlamak demiyorum bakın, durmanız gerekiyor. Durup yolu kontrol ettikten sonra  müsaitse devam ediyoruz.

Trafik ışıkları

Trafik ışıkları bizdeki gibi değil. Genelde bir ipe asılı duruyorlar ve geçmeye çalıştığınız yolun karşı ucundalar. Yani bizdeki gibi trafik ışıklarının yanına gideyim, orada bekleyeyim diye düşünmeyin. Kırmızı ışık yandığını gördüğünüzde kavşaktaki çizgiye gelip yeşil yanmasını bekliyoruz.

 

O hep filmlerde gördüğümüz sarı okul otobüsleri

Eğer önünüzde bir okul otobüsü duruyorsa (arkasındaki stop tabelası yanıyorsa) sadece sağından değil solundan da geçmeyi sakın düşünmeyin. Çünkü otobüsten inen öğrenciler otobüsün önünden sola da geçebilir. Bu Amerikalıların son derece dikkat ettiği bir kural.

Sağ şerit ve kırmızı ışıkta sağa dönmek

Sürekli sağ şeritten gitmemeye özen gösterin. Çünkü yol bir anda bitebilir ve sağa dönmek zorunda kalabilirsiniz. Bu gibi yerlerde ‘Right lane must turn right’ gibi uyarılar yazacaktır yolda. Ayrıca aksi belirtilmedikçe kırmızı ışık yanarken yolu kontrol ederek sağa dönebilirsiniz. O nedenle eğer düz devam edecekseniz sağ şeriti tıkamamakta fayda var. Bazı noktalarda ise kırmızı yanarken sağa dönmeniz yasak. Bu gibi noktalarda ise ‘No Turn Right on Red’ gibi uyarılarla karşılaşırsınız.

Kırmızı ışıkta veya herhangi bir durumda sola dönmek

Sağa dönmenin mantığını anlamakta genel olarak sıkıntı yok ama bence Amerikada sola dönmek gerçekten sıkıntı ve kuralı tam manasıyla anlamak güç. Benim bir haftalık tecrübeme göre Amerikalılar da bunu anlayabilmiş değil, biraz içgüdüsel davranıyorlar. Ben navigasyon sola döndürmesin diye dua ediyordum, o derece. Temel olarak yolu kontrol edip müsait ise sola dönmeniz gerekiyor, ama şehir içi trafiğinde bu durum karmaşaya dönüşüyor. Bu konuyu anlayabilen varsa yorumlara yazarsa biz de aydınlanırız diye düşünüyorum…

Paralı yollar

Gideceğiniz eyalete göre paralı yola girebilir veya hiç ihtiyacınız olmayabilir. Ben Georgia ve Florida eyaletlerinde gezmiştim. Georgia’da ihtiyacım olmasa da Florida’s Turnpike yolu için otoyola girmem gerekti. Florida eyaletine giriş yaptığınızda yol kenarındaki welcome center dan Sunpass adlı HGS’msi etiketinizi alabilir ve online üye olarak para aktarımı yapabilirsiniz. Sonrasında Sunpass gişelerinden rahatlıkla geçebiliyorsunuz. Güzel yanı içinde paranız kalırsa kredi kartınıza geri ödeme alabiliyorsunuz. Sunpass hakkında detaylı bilgi için şuraya tık.

Hız sınırları

Şehiriçi ve otoyollarda hız sınırları değişmekte tabii. Amerikada yol için kullanılan ölçü birimi de mil, otoyollarda hız sınırı saatte 75-80 mil oluyor genelde, bu da Türkiye’den alışık olduğumuz saatte 120-130 km hız limitine denk gelmekte.

Otopark sorunsalı

Amerikada herkesin arabası olduğu ve her yere araba ile gittikleri için gideceğiniz restoranların, otellerin vs büyük ihtimalle kocaman otoparkları olacaktır. Ancak şehir içinde yoğun yerlerde park sıkıntısı yaşamanız olası tabii. Miami Beach’te kapalı bir otopark için gecelik 20 $ gibi bir ücret ödemeniz gerekiyor.

HOV Lane/Fast Lane

Bu özellikle otoyollarda şehir içi trafiğini rahatlatmak olarak üretilen bir çözüm. Adı şehirden şehire değişebilir. Yolun en sol şeridi oluyor ve araçta iki veya daha fazla kişi iseniz bu yola girebiliyorsunuz. Eğer araçta tek kişi iseniz hızlı giderim düşüncesi ile sakın bu şeritlere gireyim diye düşünmeyin. Sonrasında yüklü trafik cezaları ile karşılaşabilirsiniz.

Amerikada Araba Kiralamak

…Amarikada Araba Kiralamak ve Kullanmak ile ilgili diğer şeyler

Amerikada araba kiralamak ve kullanmak ile ilgili aklımıza gelen tüm noktaları anlatmaya çalıştık. Son olarak bir noktadan daha bahsetmek istiyorum. Amerikada her evde en az 1-2 araba bulunuyor ve en ufak mesafelere bile araba ile gitmeye alışık bir millet. O nedenle birkaç farklı şehri dışında standart Amerika şehirlerinde kaldırım bile bulamamanız olası. Haritadan yürüyerek 10 dakika diyip yürüyeyim diye düşünürken bir bakmışsınız yürüyecek bir kaldırım bile yok. Örnek vermem gerekirse Orlando’da kaldığım otelim Universal Studios’a 10 dk mesafede iken orada otopark parası ödemek istemediğimden yürüyeyim desem de yürüyecek yol bulamadım ve UBER ile gittim. New York, Washington gibi şehirlerde şehir içi gezerken ise sakın araba gibi seçenekleri düşünmeyin derim.

Amerikada Araba Kiralamak

 

Ayrıca navigasyon olarak, internetiniz de varsa kesinlikle Google Maps kullanmanızı öneririm. Google Maps’in navigasyonu sizi yolda giderken hangi şeritte gitmeniz gerektiğine kadar uyarıyor, bu sayede hiçbir dönüşü kaçırmayıp trafikte herhangi bir sıkıntı çekmiyorsunuz.

Amerikada araba kiralamak ve kullanmak ile ilgili aktaracaklarımız bu kadar. Başka sorularınız var ise yorumlara bekleriz…

Daha Fazla