close

Avrupa

Avrupa kıtası ile ilgili yazılar bu kategoriye.

AvrupaTürkiye

Akyaka | Gökova Körfezinde Doğal Bir Eşsizlik

İlk cümleden söylemeliyim ki bu yazımda biraz abartacağım. Çünkü Gökova Körfezinde bulunan bu eşsiz belde kesinlikle abartılmayı hak ediyor. Akyaka, Muğla’nın Ula ilçesine bağlı minik bir belde. Körfezde durmadan esen rüzgar burayı özellikle kitesurf’çüler için dünya üzerindeki eşsiz noktalardan biri haline getiriyor. Tabii sadece kitesurf’çüler için değil…

Akyaka, doğallığıyla gidilebilecek tüm o ünlü tatil beldelerinden, geceliği 100’lerce hatta 1.000’lerce TL olan en iyi tatil köylerinden daha eşsiz bir deneyim ve güzellik sunuyor. Fark etmişsinizdir, aslında site olarak ana amacımız daha çok yurtdışı tecrübelerimizi anlatmak. Ancak iki günlük bir Akyaka macerasından sonra burayı anlatmadan es geçmek olmazdı.

O zaman buyurun Akyaka’yı birlikte keşfedelim…

Akyaka’ya Ulaşım

Dediğimiz gibi Akyaka, Muğla’nın Ula ilçesine bağlı bir belde. Eğer havayolu ile ulaşacaksanız Muğla ilindeki Dalaman veya Milas Bodrum havalimanlarını kullanabilirsiniz. Diğer bir tercih ise nispeten daha uzak olan İzmir Adnan Menderes havalimanı. Dalaman’dan bir saatte, Milas Bodrum’dan bir buçuk saatte, İzmir’den ise yaklaşık üç saatte ulaşmanız mümkün. Elbette en rahat çözüm ineceğiniz havalimanında araba kiralamak. Ancak böyle bir şansınız yok ise önceliğiniz havalimanı servisi olan bir otel bulmak olabilir. Karayolu ile ulaşmak isterseniz de önce Muğla otogarına gelmeniz gerek, oradan da yarım saatte bir kalkan minibüsler ile Akyaka’ya ulaşabilirsiniz.

Biz önce İzmir’e gideceğimiz için oradan araba kiralayarak ulaşımı sağladık. Muğla’dan Akyaka’ya doğru giderken ilk seyir terası tabelasından ormanlık bir yola doğru içeri girmeyi atlamayın. Yolun sonunda yangın gözetleme kulesinden eşsiz ama gerçekten çok eşsiz bir Gökova Körfezi manzarası sizi bekliyor olacak. (Kaçırmamanız için şuraya koordinatları da iliştiriyorum; 37.069952, 28.339079)

Konaklama Şeysi

Akyaka’nın gerçekten kendine has bir havası var, konaklama mekanları da bu bağlamda küçük apartlar veya butik oteller şeklinde oluyor. Sanırım en büyük tesisi 2-3 katı geçmeyecektir.

Akyaka içerisinde nerede kalırsanız kalın gitmek belde içinde istediğiniz yere yürüyemeyecek kadar uzak olmanız pek olası değil. Bu nedenle maddi imkanlarınız dahilinde, yorumları iyi olan bir yer seçmenizde fayda var. Biz rezervasyonumuzu Booking’den Hamle Otel adlı tesiste yaptık. İki gün konaklama için fazlasıyla yeterli bir tesis olduğunu söyleyebilirim. Revervasyon ve tesisi incelemek için tık.

Not: Maalesef booking.com da şu anlık ülkemizdeki tesislere rezervasyon yapmamız mümkün değil, ancak VPN kullanarak küçük bir hile yapabilirsiniz. Ne de olsa internetteki sansürlerden dolayı VPN kullanmaya alışık bir milletiz.

Ne Kadar Süre Yeterli?

Aslında bu soru Akyaka için biraz gereksiz, çünkü muhtemelen deniz tatili yapmaya gittiğinizi düşünürsek kaç günlük bir tatil planlıyorsanız o kadar olacaktır cevabı. Amaç sadece bir arkadaşa bakıp çıkacağım modunda Akyaka’yı görmek ise yarım gün bile yeterli, ancak huzurlu ve sakin bir hayat sürmek isterseniz bir ömür bile içinden çıkmak istemeyebilirsiniz.

Ayrıca orada kalmak isteyeceğiniz süre, yapmak istediğiniz aktivitelere göre değişkenlik gösterecek bir durum. Mesela gördünüz ve etkilendiniz, Kitesurf yapmak istiyorsunuz. Kitesurf öyle yamaç paraşütü gibi hemen 15 dakikada bir tandem atlayışı yapayım gibi bir spor değil maalesef, birkaç günlük eğitim almanız ve emek vermeniz gerek. Böyle bir durumda en az bir hafta Akyaka’da kalmalısınız diyebilirim.

Görülesi Yerler, Yapılacak Aktiviteler

Akyaka küçük bir yer ancak hem sunduğu çeşitli aktiviteler, hem de doğal güzelliğiyle muhteşem bir çeşitlilik sunuyor. Öyle ki çoğu zaman kendinizi sanki farklı bir ülkedeymiş gibi bile hissettirebilir. Bu doğrultuda eğer biraz da macera, doğa seven biri iseniz Akyaka’da geçirdiğiniz süre boyunca sıkılmayacağınızı temin edebilirim.

Azmak Nehri – Balıkçılar

Akyaka merkezde Azmak nehri etrafında bir yürüyüş kesinlikle ilk yapılması gereken aktivitelerden biri. Sonrasında ise nehrin kenarındaki lokantalardan birinde oturup meze, ara sıcak, balık ve tercihinize göre rakı içmeniz önerilir. Biz de ilk akşam tam nehrin kıyısında Kordon Restoran’ı tercih ettik. Tam nehrin kıyısındaki masalarda oturmak istiyorsanız gideceğiniz dönemin yoğunluğuna göre rezervasyon yaptırmakta fayda var. Balık yemesek de mezeler ve ara sıcakların kaliteli, manzaranın ise eşsiz olduğunu söyleyebilirim. Ancak pek de ucuz sayılmaz, özellikle bu tip mekanlarda içkili bir şey düşünüyorsanız minimum cebinizden bir 100 TL çıkacaktır.

Akyaka Halk Plajı

Orman kampını saymazsak Akyaka içerisinde denize girebileceğiniz tek plaj burası. Deniz oldukça sığ ve Azmak nehrinden karışan sular ile birlikte deniz de nispeten soğuk bir deniz. Şezlong kiralayıp deniz keyfinizi burada yapabilir veya nispeten merkeze biraz daha uzak noktalardaki koylarda denize girebilirsiniz.

Çınar Plajı

Akyaka’ya arabayla 10 dakika uzaklıkta olan bu plaj bizim deniz için ilk tercihimiz oldu. Plaja giriş için ücret almıyorlar ancak şezlong kiralamanız gerekiyor, 15 TL. Nispeten küçük bir koy olduğunu düşünürsek sabah erken gidip yer kapmakta fayda var. Deniz ise ilginç bir şekilde bazı yerleri sıcak bazı yerleri soğuk. Sanırım Azmak nehrinin denize karışan 12-13 derece sıcaklığındaki suyu nedeniyle Gökova körfezinin genel hali bu şekilde.

Akbük Koyu

Burası özellikle çok fazla önerilen bir yer olduğu için kaçırmak istemedik, ancak fazla vaktimiz kalmadığı için de ancak bir saat uğrayabildik. Çarşaf gibi deniz derler ya, işte Akbük koyu tam da o. Akyaka’nın halk plajı ve Çınar plajına göre çok daha büyük bir koy. Ayrıca deniz suyu sıcaklığı da daha ideal.

Sahilde şezlonglar var ancak büyük ihtimal sezon tam açılmadığı için etrafta hiçbir görevli yoktu, kafanıza göre yerleşebiliyorsunuz. Bir daha gitsek sanırım ilk tercihimiz burası olur deniz için. Ancak Akyaka’ya 25 km uzaklıkta ve virajlı dar bir yol olduğundan yavaş gidebiliyorsunuz, yaklaşık 45 dk sürüyor. Eğer kendinize güveniyorsanız Akyaka merkezden bisiklet kiralayıp gitmenizi de önerebilirim fakat olabildiğince zorlu bir parkur olabileceğini söyleyebilirim.

Akyaka Merkez

Akyaka’nın kendine has dokusunu Akyaka merkezde dolaşırken gerçekten hissediyorsunuz. Atatürk caddesi buranın en merkez caddesi gibi, market, yeme içme mekanları, bankamatikler vs. hepsini bu caddede bulabilirsiniz. Akşamları ise kalabalık sahilin bir sokak arkasında bulunan Nergiz Sk. ve Karanfil Sk. taki mekanlarda toplanıyor diyebilirim.

Akyaka Orman Kampı

Ülkemizin en düzenli kamp alanlarından birine sahip yapıyor Akyaka. Orman kampında evlerde kalabileceğiniz gibi kendi çadırınızı da götürüp kalabilirsiniz. Aslına bakarsanız bizim de ilk tercihimiz burasıydı ancak sanırım rezervasyonu çok önceden yaptırmak lazım, gitmeden 3 hafta önce aradığımda evler için boş yer olmadığını belirtmişlerdi çünkü. Çadırınızla geldiğinizde ise herhangi bir alan sıkıntısı yaşayacağınızı zannetmiyorum. Ek olarak herhangi bir siteden rezervasyon mümkün değil, arayarak iletişime geçmeniz gerekiyor. Detaylı bilgi için şuraya tık.

Kitesurf Olayı

En başta da dediğimiz gibi kitesurf öyle bir anda heveslenip anında yapabileceğiniz bir spor değil. Öncesinde birkaç günlük eğitim ve sonrasında ise ciddi bir emek vermeniz gerek. Bunun için Akyaka’nın biraz dışında kalan Kitesurf beach’e doğru yol almanız gerekiyor. Bizim vaktimiz kısıtlı olduğu için sadece bir arkadaşa bakıp çıkacağız modunda Kitesurf plajına girdik ve videolarımız, fotoğraflarımızı çekerek oradan uzaklaştık.

Bisiklet Kiralama

Akyaka ve Gökova körfezi Türkiye’nin en iyi bisiklet rotalarını içeren bir coğrafya. Akyaka merkezden bisiklet kiralayıp Akbük Koyu veya Ören’e doğru inişli çıkışlı zorlu bir parkurda doğa içinde bisiklet keyfi yapabilirsiniz. Ama olabildiğince dikkatli olmanızda fayda var, çünkü gerçekten dar ve araçların sıklıkla geçtiği bir yol. Riski azaltmak için bisiklet için sabahın erken saatlerini tercih etmekte fayda var.

Gökova Körfezi her yıl Mayıs ayında Türkiye’nin en büyük bisiklet turlarından birine de ev sahipliği yapıyor, bu konuda ilginiz varsa ve gelecek sene kaçırmak istemiyorsanız şuraya bir tık.

Akçapınar Köyü & Tostçusu

Akyaka’yı araştırdığımda karşıma ilk çıkan yerlerden biri Akyaka’ya 10 dk uzaklıkta bulunan Akçapınar köyündeki Akçapınar tostçusu idi. Aslına bakarsanız tostunun o kadar da ünlü olacak bir yanı yok desem yanlış olmaz, ancak ayranı süper. (Susurluk ayranı halt yemiş derecesinde.)  Ayrıca Akçapınar köyüne girişteki ağaçlı yolun manzarası ise ayrı bir efsane. Tost yemeyecek olsanız bile o yol için oraya kadar gitmeye değer.

Akçapınar Amazon Kano

Gelelim, benim en çok zorlandığım ama bir o kadar da en çok keyif aldığım aktiviteye. Akçapınar Tostçusunun hemen arkasında bulunan Akçapınar Amazon Kano sizlere Akyaka deneyiminizin en eşsiz anlarını yaşatabilir. Benim gibi kanoyu düz götürmeyi beceremezseniz en zorlu anlarını da.

Akçapınar’dan Kitesurf Beach’e kadar uzanan 6 km’lik Azmak nehrinde gideceğiniz bu macerada sizi tekne ile takip ediyorlar. Benim gibi yolun ortasında pes ederseniz kanoyu tekneye bağlıyorlar ve bir yerden sonra tekne turuna dönüyor. Açıkçası böylesi benim gibi ilk defa kanoya binen acemiler için daha iyi, öteki türlü suyla cebelleşeyim derken manzaranın keyfine doyamıyorsunuz.

Tekne turunun sonuna doğru Azmak nehrinin Amazon olarak bölgesinde nehre girmek için de kısa bir mola veriyorsunuz. Suyun sıcaklığının 12-13 derece seviyesinde olduğunu düşünürsek burada suya atlamak ciddi cesaret isteyen bir durum, ama oralara kadar gitmişken denemeden dönmek olmaz. Suya girdikten sonra bir süre sonra soğuktan vücudunuz yanıyormuş gibi bir his verebiliyor, o andan sonra panik yapmaya gerek kalmadan tekneye geri tırmanmakta fayda var. Suyun dibi balçık gibi, suda yaşayan bitkimsi canlılardan hoşlanmıyorsanız yere temas etmemenizi öneririm.

Tur rehberimiz Hürel Bey ‘keşke önceden arasaydınız, teknede balık yapardık’ demeyi de es geçmedi, hani bizim de içimizde ukde kalmadı değil. Ancak daha önceden bilmediğimiz ve her şey aniden geliştiği için böyle bir plan yapamadık. Önceden planlayıp teknede balık keyfini de es geçmeyin derim, benim bir dahaki Akyaka seyahatimde yapılacaklar arasında bir numarada duruyor bu konu. Kano turu biz gittiğimizde kişi başı 30 TL idi ancak bu tutar aldığınız keyifle karşılaştırılamaz bile. Akçapınar kano hakkında detaylı bilgi almak ve iletişim için şuradan sitelerine bir tık.

Kısa Kısa

  • Eğer kokoreç seviyorsanız Tarihi Akhisar Köftecisine bir uğramanızı öneririm. Porsiyon olarak tüketiniz.
  • Son olarak Akyaka’da otostop çok sık kullanılıyor, eğer arabanız müsaitse almaktan çekinmeyin. Biz müsait olmadığımız için kimseyi alamadık ama buraya gelen kısım genelde civar şehirlerden gelen öğrenci ve genç kısım olduğu için kolay kolay başınıza bir zarar almazsınız.

Akyaka iki günün sonunda gerçekten kalplerimizi fethetti. Çok da uzatmadan tekrar bir ziyaret edilmeyi, bu sefer daha uzun süreli deneyimlenmeyi kesinlikle hak ediyor.

Daha Fazla
Avrupaİtalya

Bologna Gezi Rehberi: Üst Sıralara Oynayan Anadolu Takımı

Daha Bologna’ya gitmeden, gezi sonrası yazacağım Bologna Gezi Rehberi için bir başlık düşündüğümde aklıma gelen ilk şey Üst Sıralara Oynayan Anadolu Takımı olmuştu. Çünkü bir İtalya gezisi yapmak istediğinizde aklınıza gelecek ilk şehir Bologna değil de Roma, Floransa, Venedik veya Milan olacaktır büyük ihtimalle. Ancak Bologna da tıpki yukarıda saydığımız ağabeyleri kadar güzel ve en az onlar kadar görülmesi gereken bir şehir. Bu nedenle bir Üst Sıralara Oynayan Anadolu Takımı misali, belki ilk İtalya gezinizde değil ancak ikinci veya üçüncü gezinizde listenizde mutlaka bulunması gereken şehirler arasında.

Ben de bu minvalde üçüncü İtalya seyahatime Bologna ile başlamaya karar verdim ve orada geçirdiğim iki gün sonunda ne kadar doğru bir tercih olduğunu anladım. Gelelim Bologna Gezi Rehberi’mizin detaylarına…

Havalimanından Ulaşım

Havalimanından ulaşım konusunu oraya gitmeden halletmek istiyorsanız size Aerobus adlı otobüsleri önerebiliriz. Belediye otobüsü gibi olan bu otobüsler ile şehrin merkezindeki Bologna Centrale tren istasyonuna ulaşımınız trafik yoğunluğuna göre 20-25 dakika sürüyor ve bilet fiyatı 6 €. Biletlerinizi buraya tıklayarak online olarak alabileceğiniz gibi havalimanındaki bilet makinelerinden de alabilirsiniz. Biletinizi online aldığınızda çıktısını yanınızda götürmeyi unutmayın!

Konaklama Şeysi

Bologna’nın şehir merkezi olabildiğince küçük. Havalimanından ulaşımınız Bologna Centrale’ye olacağını düşünürsek tren istasyonu etrafındaki seçenekleri tercih etmenizde fayda var. Buradan en merkezi lokasyon Piazza Maggiore’ye 10-15 dakika gibi bir yürüyüşle ulaşabiliyorsunuz.

Ben tek başıma seyahat ettiğim ve konaklamaya çok fazla bütçe ayırmak istemediğim için hostel tercih ettim elbette. Tren istasyonunun arka tarafında, nispeten merkeze biraz daha uzak olsa da kaliteli bir tesis ve uygun fiyatlı olması nedeniyle We Bologna adlı hostel’i tercih ettim. Buradan Piazza Maggiore’ye yürümek için 25 dakikanızı ayırmanız gerekiyor. Tam emin olamasam da sanırım burası aynı zamanda öğrenci yurdu gibi bir yer, 4 kişilik karma odada kaldığım arkadaşlarım turist değil, sürekli odada ders çalışan öğrencilerdi. Dört kişilik karma odada konaklamanın gecelik maliyeti 21 €. İsterseniz rezervasyonunuza 4 €’a kahvaltı da eklettirebilirsiniz ancak pek önermiyorum, çünkü pek de güzel bir kahvaltısı yoktu. We Bologna tesisini incelemek ve rezervasyon için tık.

Döviz Olayları

Bir Avrupa Birliği ülkesi olarak İtalya’da para birimi €. Bu sebeple döviz konusunu gitmeden önce rahatlıkla halledebilirsiniz.

Bütçe Mevzuları

Her gezi rehberinin en merak edilen konuların biri elbette bütçe, Bologna Gezi Rehberi’mizin bütçesi de aslında sizin ne yapacağınıza bağlı olarak değişecek bir mevzu. Özellikle o mükemmel İtalyan mutfağı sayesinde en büyük masrafınızın yemek olacağını düşünürsek tamamen ne yemek istediğinize bağlı değişecek. Aynı şeyleri gittiğiniz restoranın kalitesine göre 6 € ‘a da yiyebilirsiniz, 15 € ‘a da. Bologna’da geçirdiğim iki gün konaklama + kahvaltı için 50 €, uçak biletleri için kampanyadan yakaladığım için gidiş dönüş 200 TL (dönüşüm Milano’dan idi.), yeme içme ve günlük diğer harcamalar için ise 80 € gibi bir para harcadım. Seyahatimin 1 günlük Milano kısmını da eklemek gerekirse orada yeme içme ve günlük harcamalar için 50 €, The Last Supper bileti için 12 €, konaklama için ise 33 € harcadım. Üç gece dört günlük seyahatin bana toplam maliyeti yaklaşık 275 € oldu diyebiliriz.

Kaç Gün İdeal

Genel olarak Bologna için görüşler yarım günde şehri gezmeyi bitirebileceğiniz yönünde. Aslına bakarsanız sadece şehrin merkezindeki tarihi yapıları görüp gideyim derseniz bu süre yeterli. Ancak benim gibi oralara kadar gitmişken Emilia-Romagna bölgesinin tüm lezzetlerini tatmak, San Luca kilisesine kadar tırmanmak ve kısacası şehri yaşama peşinde iseniz en az iki gününüzü ayırmanızı öneririm. Yarım gün veya bir gün gezdiğinizde Bologna ile ilgili görüşleriniz kısıtlı bir çerçevede kalacakken iki gün sonra şehri tamamen tanıdığınızı hissedeceksiniz.

Nereleri Görmeli, Neler Yapmalı?

Bologna, İtalya’nın Emilia-Romagna bölgesinin başkenti ve İtalya’nın yaşam kalitesi indeksi en yüksek olan şehirlerinden biri. Şehir aynı zamanda dünyanın en eski üniversitesi olan Bologna Üniversitesine ev sahipliği yapıyor ve bu bağlamda gezilecek, görülecek yerler bakımından aslına bakarsanız baya geniş bir yelpaze sunuyor.

Bologna ile ilgili en ilginç şey, binaların neredeyse hepsinin Portico denilen kemer altı yolları ile yapılmış olması. Şehirde yürürken genellikle bu Portico’ların altından yürüyeceğiniz için yağmurlu bir günde bile sıkıntı çekmiyorsunuz. Bu Portico meselesinde ne kadar ciddi olduklarını San Luca’ya çıkarken daha iyi anlayacaksınız. (Tabii çıkmak gibi bir çılgınlık yapmaya karar verirseniz.)

Bologna Gezi Rehberi – Gezilecek Görülecek Yerler

Piazza Maggiore

Bologna Gezi Rehberi’mizin ilk durağı şehrin en merkezi noktası elbette. İtalya’daki her şehir tarihi Piazza’ları ile meşhurdur. Piazza Maggiore de Bologna’nın en merkezi noktası diyebileceğimiz, etrafı saraylarla ve Bologna’nın en ünlü katedrali ile çevrili büyük bir meydan. Meydanda her zaman bir kalabalık olacağı ve Bologna gezinizin turistik kısmının büyük bir bölümünün burada geçeceği kesin.

San Petronio Bazilikası

Bologna’nın merkez camiisi görevi gören merkez kilisesi San Petronio Bazilikası Bologna, Emilia-Romagna bölgesinin merkez kilisesidir. Dünyanın en büyük 10. kilisesi olarak bilinen kilise, 258.000 metreküp alanı ile de tuğla ile yapılmış dünyadaki en büyük kilise olarak bilinmektedir.

Dışarıdan gerçekten sizi gerçekten büyüleyecek olsa da içine girdiğinizde daha önceden birkaç güzel katedral gördü iseniz o kadar da etkilenmeyeceğinizi söyleyebiliriz, ancak gene de bir görün. İçeride fotoğraf çekmek isterseniz 2 € gibi bir ücret talep ediliyor ama el altından birkaç fotoğraf çekmeniz de mümkün. İçeriyi gezdikten sonra merdivenlerinde biraz nefes alıp selfie çalışmaları yapabilirsiniz.

Palazzo del Podestà

Piazza Maggiore’de San Petronio Bazilikasına sırtınıza verdiğinizde karşınızda duran saray, 1200’lü yıllarda yapılmış olup o zamanlar şehrin Podestà’larına ev sahipliği yapmaktaydı. Podestà, orta çağda İtalyan şehirlerinin yüksek yetkililerine verilen ünvanmış, günümüzün valileri, belediye başkanları gibi bir şey olsa gerek.

Günümüzde Palazzo del Podestà’yı Bologna’nın en ilginç noktalarından biri yapan nokta, binanın göbeğindeki kemerlerin birinin ucuna gidip fısıldadığınızda tam çapraz karşı kemerde duran birinin sizin fısıldamalarınızı duyması. Ben tek başıma olduğum için deneyimleyemedim ama kulağa gerçekten ilginç geliyor.

Palazzo Re Enzo

Palazzo del Podestà’nın eklentisi olarak 1244-1246 yıllarında inşaa edilmiş bir yapıdır ve Yeni Saray olarak da bilinmektedir. Yapıldıktan üç yıl sonra Fossalta savaşında esir alınan Sardinia Kralı Re Enzo ölümüne kadar(1272) burada yaşamış ve günümüzdeki adını da buradan almıştır.

Palazzo d’Accursio

11 Kasım 2008’e kadar Belediye Binası olarak kullanılan Palazzo d’Accursio günümüzde şehrin sanat koleksiyonuna ve şehir kütüphanesi Biblioteca Salaborsa’ya ev sahipliği yapıyor. Biblioteca Salaborsa aynı zamanda şehrin sakinlerinin buluşma noktası olarak ün salmış, merdivenlerinde sürekli bir kalabalık göze çarpıyor.

Kısa bir not düşelim, eğer yorgun düştü iseniz Biblioteca Salaborsa nefes almak için çok ideal bir yer.

Piazza del Nettuno & Fountain of Neptune

İtalya’da tarihin nasıl bu kadar güzel korunduğu hep merak ettiğimiz bir nokta. Aslında bunu anlamak pek de güç değil, çünkü göreceksiniz ki her İtalya’ya gidişinizde bir ünlü eser restorasyonda olacak. Maalesef benim Bologna gezimin de şanssız yanı, Neptün Çeşmesi’nin restorasyonda olması idi.

Neptün Çeşmesi, Piazza Maggiore’nin hemen bitişiğinde Piazza del Nettuno’nun göbeğinde yer alan bir yapı. Buraya piazza denmesinin tek nedeni Bologna’nın en simge yapısını barındırmasından kaynaklı olabilir, çünkü öyle pek piazza’lık bir yanı yok. Ancak yukarıda da gördüğünüz gibi ben restorasyonda olduğu için görme şansı yakalayamadım.

1567’de Giambologna tarafından yapımı tamamlanan heykelin bir de ilginç bir yönü bulunuyor. O zaman halka ayıp olmasın diye sanatçıdan heykelin cinsel organını küçük yapmasını istiyorlar ve sanatçımız da sanatıma karışıyorlar diye onlara küçük bir sürpriz yapıyor. Heykele önden bakıldığında her şey istenildiği gibi gözüküyor ancak arkadan belli bir açıdan bakıldığında Giambologna’nın sanatında küçük bir sürpriz dikkat çekiyor. Lüks araba markası Maserati’nin logosunun Neptün’ün elindeki mızraktan esinlendiğini de ekleyelim.

Two Towers

Bologna günümüzde halen kuleler şehri olarak bilinmekte ve 12. – 13. yüzyıllar arasında şehirdeki kule sayısının 180’ni bulduğu tahmin ediliyor. 13. yüzyılda ise kulelerin bir çoğu çökme tehlikesine karşı yıkılmış, ancak hatrı sayılır bir kısmı günümüze kadar kalmayı başarmış. Günümüze kadar kalmayı başaran kulelerden en meşhurları ise en bilindiği Two Towers, yani ikiz kuleler.

Asinelli ve Garisenda kuleleri adındaki iki kuleden Asinelli günümüzde halen sapasağlam tüm haşmeti ile dursa da ikizi Garisenda’nın bir kısmı hayatta kalmayı başarmış.

Asinelli Tower

Gün geçmiyor ki bir şehri daha tepeden görmek istemeyelim, Bologna Gezi Rehberi’mizde bu görevi Asinelli Kulesi üstleniyor. İlk görüşte bir gözünüz korkabilir, ben buraya mı çıkacağım şimdi diyebilirsiniz. Sonuna kadar da haklısınız, çünkü 97 metre olan Asinelli kulesinin tepesine çıkmak için 498 merdiveni tırmanmak zorundasınız. Bir de manyak gibi üzerine para vereceksiniz, 3 €’cuk. Hak ediyor mu sorusuna ise sadece tek kelimelik bir cevabımız var, kesinlikle!!!

Bu arada küçük bir not, edindiğimiz bilgiye göre Asinelli kulesi de 18 Nisan itibariyle restorasyona girmiş ve tahmini Temmuz 2017’nin başına kadar kapalı olacakmış. Sonra vay ben görmedim, vay ben duymadım demeyin…

Sette Chiese

Tam olarak bir Inception filmi şeklinde tanımlayabileceğimiz Sette Chiese’nin ilginç yanı, bir yapı içerisinde kilise içinde kilise barındırması. Evet, kulağa rüya içinde rüya gibi geldi değil mi?  Dışarıdan bir yapı olarak gözüken bu kilise içerisinde yedi ayrı kilise barındırıyor, zaten Sette Chiese’yi İtalyanca’dan direk çevirince Yedi Kilise anlamına geliyor.

Santuario Madonna di San Luca

Gelelim Bologna Gezi Rehberi’mizin en zorlu ama bence en zaruri rotasına. Yazımızın başında da belirtmiştik, Bologna bir Portico şehri. Öyle ki sırf tepedeki kiliseye rahat çıkmak için dünyanın en uzun kemer altı yolunu yapmışlar. Şehrin merkezi saydığımız Piazza Maggiore’den 4.8 km sürecek zorlu bir yürüyüş rotası çıkacak.

Benim rotam ise konaklamamı gerçekleştirdiğim yer olan We Bologna’dan 7.6 km oldu. Öncelikle hostel’den şehrin merkezi Piazza Maggiore’ye vardım. Oradan da Porta Saragozza’ya yürüyerek dünyanın en uzun kemer altı yolu olan tam tamına 666 Portico‘dan oluşan Santuario Madonna di San Luca yoluna başladım. 666 Portico’dan oluşan yolunuzun Arco del Meloncello’ya kadar olan kısmı 307 kemerden oluşuyor ve buraya kadar her şey kolay. Çünkü dümdüz yoldan, güneşe veya havaya göre yağmura maruz kalmadan Portico’lar altından rahatça yürüyorsunuz. Arco del Meloncello’dan sonra ise artık 300 metreye tırmanma yolculuğu başlıyor ve 666. kemere kadar tepeye çıkmaya devam ediyorsunuz.  (Yolda Bologna’nın bitiş tabelasını bile göreceksiniz, o derece.) Bu arada lokallerin burayı bir spor rotası olarak kullandığını belirtelim. Gerçekten delilik, ama güzel bir delilik…

Tepeye çıkarken hedefiniz güzel bir Bologna manzarası görmekse büyük bir hayal kırıklığı yaşamanız olası, ben yaşadım oradan biliyorum. Çünkü tepenin Bologna şehir merkezine bakan kısmında San Luca Kilisesi bulunuyor ve arkasına geçme şansınız yok. Tepeye çıkarken ve inerken (çıkarken etrafa bakmaya pek mecaliniz olmayacak gerçi) Bologna şehrini görebilirsiniz ancak şehirden hatrı sayılır uzaklıkta olacağınız için pek de fazla bir şey göremeyeceğinizi belirteyim. Manzara da görmeyeceksem bir kilise için o kadar yorulmaya değer mi diyebilirsiniz, ancak kiliseyi gördüğünüzde Bologna’da gördüğünüz yapılar içerisindeki en iyilerinden biri olduğunu fark edeceksiniz. Kilisenin içi ayrı bir muazzam. Bu arada kilisede fotoğraf çekmek yasak ama pek de uyaran falan yok, ki ben yasağı ilk başta fark etmediğim için birkaç fotoğraf ve gittiğim andaki ayini videoya da almıştım.

Dedim ya, Bologna’da Portico olayında çok ciddiler. Bu yolda bunu gerçekten çok iyi anlayacaksınız. Buraya çıkmak ve inmek muhtemelen 3-4 saatinizi alacak, programınızı ona göre yapmanızda fayda var.

…ve Bologna Gezi Rehberi nin diğer yıldızları…

Yukarıda detaylarını belirttiğimiz yerlerin yanı sıra, dünyanın en eski üniversitesi olan Bologna Üniversitesini ve diğerleri kadar heybetli olmasa da Basilica di San Domenico ve Basilica di San Francesco’yu ziyaret edebilirsiniz.

Bologna’nın eskiden Venedik gibi kanallar şehri olduğunu belirtelim. Ancak şehirdeki yerleşimin yaygınlaşması ile zamanla tüm kanallar kapanıyor ve günümüzdeki haline dönüşüyor. Şehrin bir noktasında kanal manzarasını görebileceğiniz bir pencere var ve adı Venedik penceresi. Sokak sokak dolaşırsanız zaten şans eseri denk geleceksiniz ancak adresini şuraya iliştirelim. Via Piella, 5, 40126

Bologna Gezi Rehberi

Son olarak, fark ettiyseniz Bologna Gezi Rehberi’mizde hiç yeme konusuna girmedik, çünkü Emilia-Romagna bölgesi yeme içme konusunda ayrı bir yazı hak ediyor. Onu da bir sonraki yazımıza saklıyoruz.

İtalya ile ilgili diğer yazılarımıza ulaşmak için bir tıkKeyifli seyahatler…




Daha Fazla
AvrupaFransa

4 Yapraklı Yonca: Paris Seyahat Notları

Şimdi çok sevdiğim Paris’e 3 defa gitme şansı bulmuşsam özellikle sonuncusu artık turistik gezi olmaktan çıkmış keyif, lezzet ve keşif odaklı bir gezi olmuşsa 4 yapraklı yonca bulmuş olmuyor muyum? Tam olarak durumum bu sevgili Travel Bakery okuyucuları. Yaklaşık 1 ay önce Dubai’de yaşayan en yakın arkadaşım ile Paris’te buluşmaya karar verdik. Hem hasret giderdik hem de kendisi ile adeta bir ‘parisienne’ şeklinde dolaştık. Ancak çok sevdiğim Paris’i klasik tur programı şeklinde anlatmak istemiyorum. Bu nedenle size kısa kısa notlar ve kendi yürüme rotalarımı hazırladım. Hazırsanız, Paris Seyahat Notları!

Paris, ilk defa gidiyorsanız kesinlikle en az 4 gün ayırmanız gereken bir şehir. Hele müzeler ve Disneyland gibi noktaları da tatilinize dahil ettiyseniz uçak saatlerinize göre 5-6 güne bile çıkabilir. Bence yılın her vakti güzel. İster yılbaşı ruhunu yakalamak için Kasım – Aralık – Ocak gibi gidin, isterseniz baharın uyanışına şahit olmak için Nisan – Mayıs… 4 mevsimlik bir şehir!

Havalimanından çıkmadan ilk yapmanız gereken kendinize otelinizin ve gezeceğiniz yerlerin bölgesine göre, kalacağınız gün kadar geçerli metro bileti almak. Metro çok kolay ve çok sık kullanacağınız bir ulaşım aracı olacak. Şahsi tavsiyem araba kiralamayı hiç ama hiç düşünmeyin.

1. Arc de Triomphe – Champs Elysees Caddesi – George V Caddesi – Tour Eiffel

Efendim nerede konaklıyorsanız konaklayın her yol mutlaka Arc de Triomphe’ye çıkar, yani Zafer Takı’na. Burası dört bir yanı trafik olan tam 12 caddeye yol veren kocaman bir kavşak aynı zamanda. Ben hiç tepesine çıkmadım ama isterseniz çıkıp Paris’in muhteşem bilmem kaçıncı panoramik manzarasına şahit olabilirsiniz.

 

Sırtınızı Arc de Triomphe’e verdiğinizde meşhur Champs Elysees Caddesi olağanca lüksü ile tam karşınıza çıkacak. Burası bir sağdan bir de soldan yürümeniz gereken, adeta Bağdat Caddesi gibi çok renkli, bol mağazalı ve geniş kaldırımlı bir cadde. Bir yanınızda MAC, Zara gibi daha genel markaları, bir yanınızda ise YSL, Laduree gibi daha üst gelir grubu markaları görebilirsiniz. Trafiğin baya canlı olduğu bu caddeden yürümek oldukça keyifli. Bana göre ara sokaklarını da sayarsak Paris’in %20’si bitiyor bu caddeyi bitirdiğinizde.

Caddenin bitimine az kala -yapmayanı dövdükleri bir ipucu veriyorum: Caddenin ortasında duran trafik ışıklarında bazı küçük tepecikler bulunuyor. Karşıya geçmeden tam bu tepeciklerin ortasında durup fotoğraf çektiğinizde aşağıdaki güzel manzarayı yakalayabilirsiniz.

Bundan sonrasında George V Caddesine girerek daha da harika markaların mağazalarını görüp çıldırmadan Tour Eiffel bölgesine geçebilirsiniz. Konumuz Paris seyahat notları olur da içinde Eyfel Kulesi olmazsa elbette ayıp olur. Tour Eiffel etrafında keşfedilmeyi bekleyen çok tatlış cafelerle, mağazalarla dolu ve minik çatı pencereleri evleri görmek için başınızın aşağıya düşmeyeceği bir bölge. Eiffel’e hem gündüz hem gece çıkmış biri olarak iki şey söyleyeceğim:

  1. Biletleri internetten alın
  2. Mutlaka tepesine çıkın

Az da olsa sıra beklemezsiniz ve Paris’i Paris yapan olağanüstü manzara izlersiniz. Bir tarafta Seine Nehri bir tarafta uzaktan uzaktan Paris silüeti. Akşam ya da gündüz size kalmış bu arada.

Eiffel’den inince hemen arkasında uzanan geniş çimlerde yayılmayı ve fotoğraf çekilmeyi unutmayın sakın! En son gidişimde çimlerin bakımı nedeni ile çimlik alanlar daraltılmıştı ama yine de başınızı koyduğunuz yerden geniş açı kuleyi görebileceğiniz alanlar bırakmışlar. Bu bölge için restoran önerim tabii ki Cafe De Paris soslu bifteğin öz hakikisini sunan Le Relais de I’Entrecote.

Le Relais de I’Entrecote

Burası Champs Elysees caddesinin paralelinde yer alıyor. Rezervasyon tabii ki yok çünkü işin raconu kapıda saatlerce beklemekte. Şaka bir yana, gerçekten popüler bir yer ve gitmek için önerim açılış saatlerinden önce kuyruğa girmek. Biz bu şekilde ikinci gidişimizde biraz sıra bekleyip masaya geçebildik. Sabahtan öğlene kadar eğer değişmediyse (12:00-14:30) bir seans, akşam (18:00-23:00) ikinci seans şeklinde düşünebilirsiniz.

Etiniz (nasıl seviyorsanız ona göre) üzerinde sosu ve yanına bol patates kızartması şeklinde fiks bir menüsü var. Yanına güzel bir şarap ile gerçekten sizi mutlu ediyor.

2. Tour Eiffel –  Seine Nehri – Notre Dame Katedrali (Le Marais Bölgesi)

Sıra geldi Paris seyahat notları için benim en sevdiğim rotalardan birine: Tour Eiffel bölgesinin hemen dibinde nehir turları için irili ufaklı tekneler kalkıyor. Bunlar aslında hop on/hop off dediğimiz Seine Nehri üzerinde çeşitli duraklarda duran tekne turları. Sanırım yaklaşık 1 saat sürüyor. Tour Eiffel durağından seçtiğiniz saate göre alıp ilk gelen tekneye binebilirsiniz. Bu tekne sizi sağdan sağdan Paris’i gezdirecek.

Belki yanınıza ufak bir şişe şarap yanına lezzetli bir baget alırsınız ya da sıcak bir kahve ve herhangi bir cafe’den alacağınız ekler. Nehrin dinginliği, nehir kıyısındaki binaların güzelliği, saat 17:00’yi geçmişse köprü üstünde piknik yapan kurumsal hayat insanlarını keyifle seyredin.

Burada gotik mimarisinin en güzel eserlerinden biri olan Notre Dame Katedrali’nin olduğu adacıkta inerek La Marais Bölgesi’ne geçiş yapabilirsiniz. Tekneden inince bütün heybeti ile Notre Dame Katerdali sizi karşılıyor olacak. Kiliseyi gezmenin dışında özellikle Nisan-Mayıs aylarında gittiyseniz, kilisenin nehire bakan kısmında küçük bir Sakura Ağaç topluluğu ile karşılabilirsiniz.

Le Marais Bölgesi

Bu bölgeyi en güzel 3.gidişimde gezdim çünkü otelimiz bu bölgede idi, 1K Hotel. Otelden kendimiz kaptırıp Beaumarchais Bulvarı’ndan 15dk içinde Bastille’e gelebilirsiniz. Bastille bölgesi kıpır kıpır ara sokaklarında küçük cafeler-butik mağazalar-köşelerinde pastaneler olan bir bölge. Bu bölgede hemen ufak bir lezzet kaçamağı adresi veriyorum: The Grilled Cheese Factory!

The Grilled Cheese Factory

Eğer malzemenin bolluğundan ısıramadığınız içinden peynirler akan tostları seviyorsanız, hele bunların tavada yapılanlarına bayılıyorsanız burası tam size göre. Çeşitli içeriklerde sadece tava tostu yapan küçük bir dükkan. Maalesef tek kişi çalışıyor ve biraz popüler yoğunluğu var ama denemeye değer. 2 tost 1 içecek için hesap 24 € tuttu.

Bu bölgeyi gezmeniz için yürüme yolu önerim Pont Marie üzerinden dümdüz devam edip Rue Pavee boyunca yürüyerek Rue Vieille du Templae caddesine gelmeniz. Bu cadde kıpır kıpır, mutlaka görmelisiniz. Sonra Rue Barbette üzerinden devam edip köşede bir sürpriz yapan Meert isimli tarihi pastaneye uğrayabilirsiniz. Fiyatlar normalin biraz üzerinde, dilerseniz bizim gibi güzel vitrinini çekip geçebilirsiniz de.

Sokaklarda kaybolmaya devam ederken eğlenceli bir müzik sesi duyarsanız mutlaka takip edin. Çünkü Carnavalet Museum önünde çok eğlenceli bir grup harika müzikler çalıyor ve dünyanın en minnoş insanı bu müziklerde içinden geldiği gibi dans ediyor.

En son Rue des Francs Bourgeis caddesi üzerinden yürüyerek Places Des Vosger’de (benim için nam-ı diğer Viktor Hugo Parkı) dinlenebilirsiniz. Dinlenmek ve lokal bir şarap evinde lezzetli Fransız peynirlerini ve şaraplarını tatmak için biz La Baron Rouge’da mola verdik.

La Baron Rouge

Burası Le Marais bölgesinde ama Bastille meydanına daha yakın. Sokak arasında kendini hiç belli etmeyen kendi halinde mütevazı bir şarap evi. Fıçılar, bir sürü şişe, küçük masalar, kahkalar, şarap kadehleri, ekmek sepetleri…sizi bambaşka bir dünyaya götürüyor. Biz house wine denemek istedik ve sırasıyla kırmızı-beyaz ve rose olarak 3 çeşit şarap denedik. Sonra bir şişe de pinot noir açtırdık. Yanına klasik fransız peynirlerinden oluşan bir peynir tabağı ve baget söyledik. Toplam hesap  yaklaşık 40 € geldi.

3. Louvre Müzesi – Tuileries Bahçeleri – 3. Alexandre Köprüsü

Paris seyahat notları için üçüncü rotamız bu sefer Champs Elysees Caddesi’nden dümdüz devam ederek Tuileries Bahçeleri’nden Louvre Müzesi’nin olduğu bölgeye geçmek. Bu bölgeye geçerken geçeceğiniz göletler, parklar ve bahçeler insanın moralini bozacak kadar güzeller. Bir kere her yerde metal sandalyeler var ve kimse onlara zarar vermiyor, eksilmiyorlar. Herkes güzel güzel göletin kenarında oturuyor ve ortamın keyfini çıkartıyor.

Louvre için her zaman uzuuun kuyruklar görürsünüz ama Ekim-Mart arası her ayın ilk pazar günü girişler ücretsiz ki bu da kuyruk yok demek. Ben ikinci gidişimde denk gelmiştim gerçekten çok fark ediyor. Ama kısıtlı bir zamanım vardı ve sonuç odaklı bir insan olarak Mona Lisa’nın olduğu odaya hızlıca girip kendisi ile (o zamanlar bilmiyordum tabii) ilk selfie’mi çektim.

Müze gezmeyi sevmeseniz bile Louvre Müzesi’ne mutlaka uğramanızı öneririm. Bence kesinlikle uzun uzun gezilmeyi ve 1 tam gün ayrılmayı hak ediyor. Bu bölgeye kadar geldiyseniz soluklanmak için size güzel ve nostaljik bir pastane önerim var: Angelina.

Angelina

Aslında Paris’te nereye gitseniz tatlı konusunda sıkıntı yaşamazsınız. Buranın imza tatlısı ise Mont-Blanc. Nasıl bir tatlı derseniz üstü kestane püreli, altı kremalı (ama maalesef pastacı kreması değil de biraz daha krema kreması) onun en altı da beze. Buna ek olarak bir de Millefeuille (bildiğimiz milföy) yedik. İkisi de güzeldi ama fiyatları normalin üzerinde.

Seine Nehri kenarında dolaşırken sayısız köprü göreceksiniz. Bunların en ünlüsü 1800’lerin sonunda yapılmış 3. Alexandre Köprüsü. Köprü Fransa-Rusya birliğinin bir sonucu larak Rus Çarı 2. Nicholas’ın babası’nın adını taşıyor. Üzerindeki ve altındaki altın sarısı ve bronz heykellerler farketmemeniz mümkün değil. Görkemli ve şık bir mimariye sahip.

4. St Germain Bölgesi – Lüksemburg Bahçeleri

St. Germain kıpır kıpır, cıvıl cıvıl bir bölgesi Paris’in. Hem sokakların zenginliği hem de yeme içme alternatiflerinin çeşitliliği çok güzel. Durup durup heryerin fotoğrafını çekmek istiyorsunuz. Özellikle krep seviyorsanız bu bölge denemeniz için biçilmiş kaftan. St Germain bölgesi için 2 cafe ve 1 kahvaltı mekanı önerim var:

Eggs&Co

Burası yumurta sevenler için cennet bir kahvaltı mekanı. Küçük basık tavanlı kendince 2,5’tan 3 katlı bir mekan. Yer bulmak zor, hadi buldunuz diyelim rahatça oturmayı düşünmeyin montunuzu bile çıkartmadan otursanız ancak sığarsınız.

Maalesef ingilizce bilen garsonları ve ingilizce mensü yok ama bence menüyü azıcık zorlarsanız anlayabilirsinz. Biz biraz google translate, biraz yan masaları gözleyerek florentin ve peynirli omlet söyledik. Fiks menü gibi yanında pancake ve meyve salatası ile birlikte geliyor.

Günün sonunda bu çileye değer mi derseniz, eğer erken kalkarsanız ve yumurtayı seviyorsanız bence değer. Yoksa kapın bir kruvasan yanına kahve oturun bir parka ve açıkhava kahvaltınızı afiyetle yapın derim. Fiyat olarak sanırım Paris’teki en yüksek hesabı ödemiş olabiliriz, 45 €.

Les Deux Magots

Bir gelişimde burada sabah kahvaltısı yaptık ve Fransızların meşhur tostu croque monsieur (krok mösyö) yedim, arkadaşım da croque madam’ı denedi. Aslında temelde aynılar, croque madam’da yumurta tostun üzerinde oluyor. Tost ekmeği arasında her iki tariftede bacon ya da dana jambon ve kaşar peyniri var. Oldukça lezzetli. Kahveci bir insan olarak yanına da espresso içtim. Fiyatları normal bir cafe’den bir tık daha pahalı. Ama gerçekten ben Paris’teyim diyorsunuz buraya oturduğunuzda.

Cafe de Flore

Burada kahvaltı yapmadım ama Paris’te uzun yıllar yaşamış bir arkadaşım sıcak çikolatası çok iyidir dedi. Evet başlarda iyi gelse de sonlara doğru benim için bile(!) fazla tatlı oldu. Lokasyon olarak Les Deux Magots ile  yanyana olduğu için mekanda oturma konusunda burası için de aynı yorumları yapacağım.

Yukarıdaki 3 yer de birbirine çok yakın olduğundan ve ben St Germain’e hep bu bölgeden başlıyorum. Dolayısıyla bir sonraki durağım azıcık yürüyüş de yapmış olmak için Lüksemburg Bahçeleri oluyor. Lüksemburg Bahçeleri Paris’te en en en sevdiğim yerlerden biri… Hala aklımda olan bir an; Nisan ayının soğuk bir güneşli pazarıydı ve çok tatlı bir bando etrafındaki kalabalığı dans ettirecek kadar güzel müzikler çalıyordu.

Yerli yabancı herkes elinde kahveleri yiyecek birşeyler, çimlerde uzanmış o anın keyfini çıkarıyor. Rengarenk çiçekler, makinadan çıkmış gibi bir örnek budanmış ağaçlar, heykelleri ortadaki kocaman havuzda yelkenlilerini yarıştıran küçük çocuklar… İnsanı bir yere geri göndertmeyen bir yer.

Buradan çıkabilirseniz önce eğer meraklısı iseniz Sorbonne Üniversitesi’nin olduğu bölgeye alalım, biraz etrafı dolaşıp ve ilham veren havayı koklayıp oradan Latin Quarter Bölgesi’ne geçebilirsiniz.

5. Montmartre –  Sacre Coeur

Montmarte Paris’in merkezinden biraz uzak ve tahminim yarım gün ayırmanız gereken bir bölge. Burası benim 3 Paris ziyaretimde sadece 1 defa gittiğim bir yer oldu ancak gene de Paris seyahat notları içerisinde olmayı kesinlikle hak ediyor. Hafif yokuş bir sokaktan yürüyerek Sacre Coeur adı verilen düğün pastasına benzeyen beyazlıkta ve şirinlikte bir kiliseye varıyorsunuz. O yürüyüş yolunca sağlı sollu sayısız hediyelik eşya dükkanı, sayısız enfes kurabiye ve şekerci dükkanı sizi baştan çıkartıyor.

Biraz kalabalık ama zevkli bir yol. Sacre Coeur önünde kuyruğu olan kiliselerden. Özellikle kiliseye ulaşmak için hafif merdivenli yollarda manzarasınız arkanıza alıp bol bol fotoğraf çekebilirsiniz.

Kiliseyi bitirdikten sonra kiliseyi sağınıza alacak şekilde yürürseniz efsana bir meydana geliyorsunuz. Burası ressamlarla dolu bir meydan isterseniz kendi portrenizi ya da karikatürünüzü yaptırabilir, bir cafe’de lezzetli bir creme brulee yiyebilir ya da nostaljik evlerin olduğu sokaklarda kaybolabilirsiniz.

6. Paris Seyahat Notları için En Eğlenceli Parkur: Disneyland

Gelelim Paris seyahat notları için en eğlenceli parkura: Disneyland! Disneyland hem oyun parkını hem de film studio’larını içinde barındırıan kocaman bir tematik park. Uzun bir tren yolculuğu ile (yaklaşık 45dk-1saat arası) merkezden aktarmasız gelebilirsiniz. Bu şekilde fiyatları daha da makul.

Ben iki defa gittim ve ancak yetti o nedenle biraz programlı olup biraz da erken gelip geç dönerseniz sanırım yeterli olur. Önceliğimiz tabii ki Disneylan’ın kendisi oluyor. Girişinden bitişine kadar sizi o dünyada yaşatan, adeta çocuk olduğunuz, ‘Ay burada Minnie varmış!’ ya da ‘Aaa Pluto!’ dediğiniz bir yer. Bir sürü yapılacak şey var benim en favorim : Phantom Manor ve Big Thounder Mountain olmuştu. Gerçekten zaman nasıl geçiyor anlamıyorsunuz. Ama önceden www.disneylandparis.com  ‘dan bakıp karar verseniz iyi olur çünkü uzun kuyruklar nedeni ile popüler oyunlarda 30dk ile 45dk arası bekleme süreniz oluyor. Bu arada oyunların başında ne kadar bekleyeceğinizi yazıyorlar.

Eğer buradan ayrılabilirseniz Walt Disney Film Stüdyo’larına da bir bakmanızı tavsiye ederim (ikisi yanyana ayrı parklar ve biletleri ayrı satılıyor) Burada favorim The Twilight Zone Tower of Terror! Sadece deneyin diyorum, baya iyi.

Her iki parkta da burger ve pizza gibi fastfood yemek alternatifleri oluyor. Ayrıca milyonlarca Disney karakterini ve o karakterlerle süslenmiş ürünleri satın alabileceğiniz dükkanın olduğunu belirtmesem olmaz. Tabii ki önerim gideceğiniz gün belli ise biletlerinizi önceden web sitesinden almanız hem kolay hem de indirimli…Bilete giriş dahil oluyor. Orada alacağınız eşyalar ya da yemekler size ait. Akşam kapanışına denk gelirseniz de çok tatlış bir gösterileri oluyor. Bütün Disney karakterleri araçları çoşkulu bir konvoy yapıyorlar.

7. Şimdi gelelim esas konuya outlet ve market alışverişi:

Disneyland’ı vakitlice bitirirseniz hemen yanındaki otelin içinden yaklaşık 5dk mesafede olan alışveriş merkezi ve outlet’e düzenli shuttle kalkıyor. Gidiş dönüş 10euro gibi birşeydi. Paris seyahat notları için son durağınızı da burası olarak belirleyebilirsiniz. Bu alışveriş merkezinin en alt katında yer alan marketten çok uygun fiyatlara şarap-peynir vb ürünleri alabilirsiniz. Yok ben daha orjinal merkezden şarküterilerden ya da wineshop’lardan alacağım derseniz sizin kararınız ama burası da gayet başarılı bence.

Outlet ise yine aynı yerde, bazen dönemsel kampanyaları oluyor onlara denk gelebilirseniz iyi parçalar satın alabilirsiniz. Outlet’in web adresinden güncel markaları ve kampanyaları hatta dükkanların krokilerini görebilirsiniz. www.lavalleevillage.com




Benim Paris seyahat notları için aktaracaklarım şimdilik bu kadar. Umarım bir daha giderim ve yeni keşiflerle bu yazıyı güncellerim. Sevgiler…

Daha Fazla
Avrupaİtalya

Bir Günde Milan Maratonu: Milan Gezilecek Yerler

Tek cümle ile tanımlamamız gerekse Milan için İtalya’nın gerçekten büyükşehir olabilmiş tek şehri derdik. Milan sizi gerçekten Londra, New York edasında bir metropol gibi karşılıyor, o İtalya’da her şehre vardığınızda hissettiğiniz tarih kokusunu ise daha sonradan şehri gezmeye başlayınca anlıyorsunuz. İnternette araştırdığınızda ‘Milan’da bir şey yok, yarım günde biter.’ vb. gibi yazılara denk gelmeniz olası, ancak iddia ediyoruz ki bu şehri bu kadar kısa sürede bitirdim diyen şehrin büyük bir çoğunluğunu göremeden gelmiştir. Ancak bir günde bitirmenin imkansız olduğu bir şehirde bir gününüz olduğunu var sayalım, o bir güne neler sığdırabilirsiniz. Detayları Bir Günde Milan Maratonu yazımızda iletmeye çalışacağım.

Milan’a Ulaşım

Milan’a Türkiye’den birçok firmanın uçuşlarıyla veya İtalya’nın başka bir şehrinden trenlerle rahatlıkla ulaşabilirsiniz. Uçakla ulaşıyorsanız belirtmem gerekiyor ki Milan’daki havalimanları şehirden baya uzaktalar. Malpensa şehrin 60 km kuzeybatısında, Orio al Serio ise şehrin 50 km doğusunda kalıyor. Ancak ulaşım konusu sıkıntı değil. İki havalimanından da şehre çeşitli firmaların shuttle servisleri ile 5-6 € ‘a ulaşabilirsiniz. Malpensa’ya trenle de ulaşımınız çok rahat. Ancak trenle ulaşımın tek yön için 13 €, gidiş dönüş 20 € olduğunu belirtelim. Shuttle biletinizi oraya gidince de halledebilirsiniz ancak önceden almak için Terravision’un sitesine şuradan bir tıkla ulaşabilirsiniz.

Eğer şehre benim gibi trenle geliyorsanız zaten şehir merkezinde ineceksiniz sayılır, otele ulaşımınız zor olmasın diye tren istasyonu etrafında bir yer seçmeniz önerilir. Sonuçta vaktimiz dar.

Toplu Taşımaca

Normalde yürümeyi seviyoruz ancak bir günümüz olduğu için vakit kaybetmemek gerek. Bu nedenle Milan’ın gelişmiş metro & tramvay ağına güveniyoruz ve gittiğimiz gibi 4,5 €’a 24 saatlik bilet alıyoruz. Yürümek yerine metro kullanmak gün içinde ulaşımınızı en az 2 saat kısaltacak.

Milan’da Konaklama: Hostellerin En İyisi

Bir günde Milan dedik ama bu sabah git – akşam dön değil diyelim. Benim gibi öğlen 12:00’de gidip bir gece kalıp ertesi öğlene doğru 11:00’de dönmek durumundasınız. Konaklama için size şu ana dek kaldığım en iyi hostel’i önereceğim: Ostello Bello Grande. Rezervasyon ve hosteli incelemek için şuraya bir tık.

Hostel denildiğinde halen insanımızın kafasında pis, eski püskü, güvensiz yerlerin canlandığını biliyorum. Ancak gerçekten inanın, hosteller öyle yerler değil. Hatta sizi bu düşüncenizden vazgeçirmek için Hostel Kafası adında bir yazı yazmıştım.

Milan’daki Ostello Bello Grande de bunun canlı örneği. Milan Centrale tren istasyonuna sadece 3-4 dakikalık yürüme mesafesinde bulunan mükemmel konumu bir yana dursun tesis gerçekten harika. Teras, bar, kareoke, balkon, langırt masası, mutfak, kahvaltı, akşam yemeği… Ne isterseniz var. Ben tanımadığım insanlarla kalmam derseniz özel odası da var. (Tabii haliyle daha yüksek ücrete.)

Bir gece 4 kişilik karma odada 31 €’a kaldım. Ücrete bir hoş geldin içkisi (bira), kahvaltı ve akşam yemeği dahildi. (Akşam yemeğinde oralarda olmadığım için yiyemedim orası ayrı…)

Peki Bir Günde Milan?

Gelelim bir günde Milan’da neler yapabileceğinize. Başta da belirttiğimiz gibi bir günde Milan’ı bitirmek imkansız, illa oradan eksik döneceksiniz. Ama olabildiğince sıkışık bir programda nereleri gezebilirsiniz? Ben bunların hepsini kendi başıma yapsam o hızda yapamayabilirdim, ancak tek başıma seyahat etsem de Milan’da beni orada yaşayan bir arkadaşım gezdirdi.

bir günde milan

Şimdi bir günde Milan duraklarımızın hepsini sıralayalım…

Durak 1: Milano Centrale

Burası adından da anlaşılacağı gibi Milan’ın ana tren istasyonu, evet şehre trenle gelmedi iseniz burayı es geçebilirsiniz. Ancak uçakla bile gelseniz shuttle otobüslerin hemen yanından kalktığını düşünürsek içine bir bakmanızda fayda var. Çünkü burası gerçekten New York’un o hep filmlerde gördüğümüz Central Station’ı gibi büyüleyici bir mimariye sahip.

Durak 2: Porto Garibaldi ve Corso Como

Porto Garibaldi de aslına bakarsanız bir tren istasyonu. Ancak buradan çıktığınızda Milan’ın o metropol havası sizi karşılıyor, etrafınızdaki binalara bakarken kendinizi büyülenmiş bir şekilde buluyorsunuz. Burada en çok balkonlarında orman bulunan eko binalar göze çarpıyor.

Ben buraya orada yaşayan arkadaşımla buluşmak için gittim. Porto Garibaldi’den Milan’ın ünlü caddelerinden biri olan Corso Como’ya gidebilir ve daha önceden Travel Bakery’nin de Milan İle Flörtleşmek yazısında önerdiği 10 Corso Como’yu ziyaret edebilirsiniz. Biz es geçmek durumunda kaldık ancak bir sonraki Milan seyahati için notlarıma aldım.

Yolun sonunda Princi Cafe’de ufak bir tatlı molası verdik. Neyi seçeceğimi şaşırdığım tatlı seçenekleri içinde burada benim en çok ilgimi çeken şey alttan ‘sen gelmez oldun’ diye müzik çalmasıydı. Arkadaşımın dediğine göre Princi Cafe’de bir CD sürekli dönüyormuş ve içinde birkaç Türkçe şarkı da varmış.

Durak 3: Galleria Vittorio Emanuele II ve Duomo di Milan

Vakit kaybetmeden bir metroya atlayıp Milan’ın en turistik yerine gittik. Galleria Vittorio Emanuele II tarihin en eski alış veriş merkezi olarak biliniyor. Tabii bizim İstanbul’da bildiğimiz alış veriş merkezlerinden baya farklı ve görkemli bir yer.

Burayı bitirdikten sonra belki de dünyanın en güzel katedrallerinden biri olan Milan’ın Duomo’su çıkıyor karşımıza. Gerçekten bakmalara doyamadığım bu yeri kelimelerle anlatmak zor. Milan’da sınırlı vaktim olduğu için maalesef içini ve teraslarını gezmeyi es geçmek zorunda kaldım, çünkü önceden bilet alsanız bile belirli sıraları beklemek zorundasınız ve tamamını gezmek için en az iki saate ihtiyacınız var.

Durak 4: Santa Maria Della Grazie – The Last Supper

Kısıtlı bir vaktimiz olduğu için elbette müze falan gezmeye vakit ayırmadık. Ancak buralara gelip de tarihin en önemli eserlerinden birini görmeden de olmaz dediğim için günler öncesinden The Last Supper’a bilet araştırmaya başlamıştım. Esere ilgi çok yüksek olduğundan özellikle tur şirketleri tüm biletleri aylar öncesinden alıp tur halinde normal bilet fiyatının çok üstüne satıyorlar.(Turuna göre 40 – 100 € arasında değişen fiyatlarda.) Ancak merak etmeyin, resmi sitesinden araştırırsanız zaman zaman bilet çıktığını (sanırım o turlar iptal oluyor ve belirli sayıda bilet sisteme geliyor.) ve 2-3 gün önce bile bilet bulabileceğinizi söyleyebilirim. Bilet hizmet bedeli ile 12 €’a geliyor. Resmi bilet sitesi için şuraya tık.

The Last Supper, Türkçe adı ile Son Akşam Yemeği hristiyanlık tarihinin en önemli anlarından birini temsil eden bir eser. Hz. İsa’nın ‘İçinizden biri bana ihanet edecek.’ dediği son akşam yemeğini resmeden Leonardo da Vinci’nin eseri aslında Santa Maria della Grazie adında bir kilisenin yemekhanesindeki duvara resmedilmiş ve çeşitli restorasyonlarla günümüze kadar gelmiş.

Önceden bilet aldı iseniz burayı gezmek 15-20 dakikanızı alacak. Belirli periyotlarda belirli sayıda kişiyi sadece 15 dakika içeriye alıyorlar ve sonra oradan ayrılmak zorunda kalıyorsunuz. Tarihin en önemli eserlerinden biri olduğu için olsa gerek ilginç de bir güvenlik sistemi var. Bir kapı açılıyor, herkes giriyor ve sonra arkanızdan o kapı kapanıyor. Sonra bir oda gibi alana daha giriyorsunuz ve arkanızdaki kapı gene kapanıyor. Böyle böyle 2-3 yeri geçtikten sonra hedefinize ulaşıyorsunuz ve esere 10-15 dakika gibi bir süre bakabiliyorsunuz. Ayrıca The Last Supper’ın karşı duvarında bence pazarlaması çok iyi yapılmamış bir eser daha bulunuyor. Bence oraya kadar gitmişken adama haksızlık etmeyin, birkaç dakika da o esere bakın.

Önceden bilet almadı iseniz ise hiç kasmaya gerek yok çünkü üzgünüm ama son dakika bilet bulmanız pek olası olmayacak.

Durak 5: Brera Bölgesi

Burası Milan’ın en önemli tasarım bölgelerinden biri. Etrafta bir sürü kafe, tasarım dükkanı, müze ve değişik binalar görebilmeniz, sokaklarında kaybolmanız olası. Ancak fazla kaybolmuyoruz çünkü daha gezecek çok yer var. Biz sokaklarında birkaç tur atıp bir mekanda oturup kısa bir mola verdik.

Durak 6: Sforza Castle

Lokallerin Castello dediği Sforza Kalesi 15. yüzyılda Milan Dükü Francesco Sforza tarafından yaptırılmış ve günümüzde birkaç önemli müze ve sanat eserine sahiplik yapıyor. Daha fazla vaktinizin olduğu bir vakit içini de gezmek isteyeceksinizdir ama tek günlük bir maratonda dışından bir görmeniz yeterli.

Durak 7: Sempione Park

Şehrin içinde huzur aradığınızda, yeşile kaçmak istediğinizde Milan’da Sempione Park bu isteğinizi fazlasıyla karşılıyor ve evet yeşil görmek için kilometrelerce yol gitmenize gerek yok, tam şehir merkezinde.

Durak 8: Arco della Pace

Arco della Pace, Sempione Park’ın arka tarafında bulunan, Avrupa’da sıklıkla gördüğümüz zafer taklarının Milan versiyonu. Tam anlamıyla adı Barış Takı olan bu yapı 19. yüzyılda yapılmasına rağmen bu bölgenin tarihi Porto Sempione olarak Roma imparatorluğuna kadar uzanıyor.

Durak 9: Aperitivo Vakti

İtalyanların efsane bir akşam yemeği öncesi konsepti var, adına da aperitivo diyorlar. Aperitivo genellikle 18:00 – 20:00 saatleri arasında içkinizi yudumlayıp küçük atıştırmalıklar yediğiniz bir öğün. İçkinizi sipariş ediyorsunuz ve sonrasında içerideki açık büfeden istediğinizi alabiliyorsunuz. Küçük atıştırmalıklar dediğimize bakmayın, bazı mekanlar o kadar çeşit sunuyor ki ne yiyeceğinizi şaşırıyorsunuz. Bizdeki annelerinizin akrabalarla, komşularla yaptığı günleri düşünün…ve sınırsız seçim hakkınızın olduğunu. Biz tıka basa dolu olsak da gelmişken hakkını vermek adına 2 tabak doldurup Arco della Pace manzarası eşliğinde aperitivo’muzu gerçekleştirdik. Bizde olsa kesin tutacak bir konsept olduğunu ekleyelim.

Durak 10: Chinatown

Chinatown dediğinizde aklınıza ne geliyor bilmiyorum ancak benim New York tecrübeme göre pek de güzel yerler değiller. Manhattan’ın göbeğinde Eminönü gibi yer görünce Chinatown’lara bakış açım pek de olumlu olmadı, ancak Milan versiyonu pek öyle olmamış. New York’un göbeğindeki kadar fazla Chinatown olamamış diyebilirim, belki de akşam bazı yerlerin kapanmasından sonra gittiğim için öyle hissetmiş olabilirim. Olmazsa olmaz değil ancak yakınlarında ise uğrayabileceğiniz bir bölge.

Durak 11: Navigli

Chinatown’da bana eşlik eden arkadaşımdan ayrıldıktan sonra saat akşam 10:00’a doğru aklımda kalan son bölgeye gitme kararı aldım. Aslında gitsem mi gitmesem mi ikilemi çok büyüktü ama en azından bir görmekte fayda var dedim. Burası Milan’ın güney bölgesinde bulunan, bir kanalın etrafına dizilmiş kafeler konseptli bir alan. Kanal boyu bir yer olduğu için biraz Amsterdam havası vermedi değil, burada da bir turlayıp bir sonraki Milan gezisinde kesinlikle daha çok vakit ayırılması gereken bir bölge olduğu kanaatine vararak bir günde Milan maratonumu tamamladım.

Durak 12: Ostello Bello Grande

Elbette burada konaklamak zorunda değilsiniz ancak son durak olarak burayı eklememin sebebi hostel’e döndüğümde bar bölümünde karaoke eşliğinde eğlenen insanları görüp bir saatimi de onları izlemekle geçirmem. Buradaki ortam gerçekten çok güzel, keşke birkaç günüm daha olsa dedim.

Bir günde Milan gerçekten eksik kalan bir tur oldu, ancak sadece bir günü olabildiğince dolu geçirmek böyle olsa gerek. Sizin de yolunuz bir gün sadece bir günlüğüne Milan’a düşerse bu rehber sayesinde turunuzu olabildiğince dolu geçirmenizi umuyorum ve son olarak bu geziyi bu kadar dolu kılan Yosun’a teşekkürlerimi sunuyorum.

Arrivederci…

Daha Fazla
AvrupaYunanistan

Selanik Gezi Rehberi: Bir Gezen Kafa & Travel Bakery Ortak Yapımı

Geçtiğimiz haftalarda sitemizin iki yazarı olarak ilk ortak gezimizi gerçekleştirdik. Bir Cumartesi sabahı 05:00’te başlayan yol maceramız Pazar akşamı 22:00 gibi tamamlandı. Daha önceden iki yazı ile Yunanistan maceramıza giriş yapmıştık ve şimdi bu iki günlük maceranın son yazısı, Selanik Gezi Rehberi’ndeyiz. Aslında yol üstünde durduğumuz Kavala ve Dedeağaç’tan da kısaca bahsedeceğim. Ancak ana odağımız Selanik’te gezilecek görülecek yerler olduğu için yazımıza Selanik Gezi Rehberi dedik.

Baştan söylemekte fayda var. Selanik öyle sizi mimarisiyle büyüleyip başka diyarlara götürecek bir şehir değil. Gezinizin içine hiç müze falan katmaz iseniz şehirdeki görülecek yerleri tamamlamanız bir gününüzü bile almayacaktır. Gelelim detaylara…

Havalimanından Ulaşım

Aslında Selanik’e arabayla gittiğimiz için haliyle bu konuda daha önceden araştırma yapmadık. Ancak bir Selanik Gezi Rehberi yazıyorsak sizleri bu bilgiden mahrum bırakacak değiliz. Selanik Havalimanı şehir merkezinin 15 km uzağında kalıyor. Eğer 3-4 kişi iseniz şehre ulaşım için size taksileri önereceğiz, çünkü havalimanından taksi ile merkeze ulaşmak ortalama 20 € tutuyor. Yok taksiye para vermek istemiyorum diyenleriniz için bildiğiniz anlamda Halk otobüsleri ile merkeze ulaşımınızı sağlayabilirsiniz. 78, 78A ve 78N numaralı otobüslerle şehrin merkezine 35-40 dakika gibi bir sürede ulaşabilirsiniz. Bilet fiyatı 2€. (Öğrenci 1€)

Konaklama Şeysi

Selanik şehir merkezinde gezilecek görülecek yerler genel olarak birbirine yakın. O nedenle büyük ihtimalle merkeze pek uzak olmayacaksınız. Sahilden tepeye doğru yokuşlu bir şehir olduğu için iç taraflara girdikçe karşınıza (özellikle eski Ana Poli bölgesinden sonra) çetin yokuşların çıkacağını belirtelim. Biz buna rağmen Ana Poli bölgesinde konakladık. Elbette Aristoteles Meydanı’nın hemen yanında olmak daha iyi ancak biz sizlere de Selanik Gezi Rehberi’mizde konaklamak için burayı önereceğiz.

Travel Bakery’nin ilk hostel tecrübesini deneyimlediği Little Big House uygun fiyata konaklamak için gerçekten çok başarılı bir yer. İlk hostel deneyimi desek de pek hostel deneyimi gibi olmadı. Küçük 1+1 şeklinde evleri hostel odasına döndürdükleri için 4 kişilik karma oda içerisinde 1 oda gayet kendi kapısı olan bir odaydı. 4 kişilik karma odada gecelik kişi başı 20€ olan konaklama ücretine varışta bedava hoş geldin içeceği (Yunanlıların anlamsız bir şekilde delice içtiği Frappe) ve kahvaltı dahil olduğunu belirtelim.

Döviz Olayları

Bir Avrupa Birliği ülkesi olarak Yunanistan’da para birimi €. Bu sebeple döviz konusunu gitmeden önce rahatlıkla halledebilirsiniz.

Bütçe Mevzuları

Bir € ülkesi olup da ödediğiniz tutarları TL ‘ye çevirdiğinizde Türkiye’den daha ucuz kalacak bir yer arıyorsanız doğru yerdesiniz. Diğer € kullanan Avrupa ülkeleri ile kıyasladığımız için bize mi öyle geldi bilmiyorum ancak Yunanistan gerçekten ucuz bir ülke. Diğer Avrupa ülkelerinde menülerde 14-15 € civarında başlayacak şeyler Yunanistan’da 5-6 €’dan başlıyor. Türkiye’de meze balık rakı tarzı fasıllı bir yemeğe gittiğinizde ortalama 150 TL ödeyip aç kalırken, Yunanistan’da uzo meze balık tarzı bir canlı müzik olan yemekte 18-19 € ödüyorsunuz ve tıka basa doyuyorsunuz. Üstelik bunlar %24 vergi eklenmiş kriz fiyatları. Böyle olunca, evet Yunanistan bize gerçekten çok ucuza geldi. Gidiş dönüş için arabamız 300 TL benzin yaktı (kişi başı 100 TL), 20 € konaklamaya verdik, iki günde yeme içme için 55 € civarı harcadık. İki günlük konaklama, ulaşım ve yeme içmeyi içeren toplam giderimiz neredeyse 100 €’dan bile az oldu, gerçekten ama gerçekten ucuz.

Kaç Gün İdeal

Dedeağaç – Kavala – Selanik gezisi için bir hafta sonu gerçekten tam yeterli bir süre. Selanik gerçekten eğlenceli bir şehir, özellikle gece mekanlar tıklım tıklım dolu ve her zaman aktif bir enerji var şehirde. Ancak bu eğlence dışında şehrin gezip görülecek yerleri öyle de efsane fazla değil, o nedenle müzeye falan girmez iseniz yarım günde bitirmeniz olası. Şehri bitirdikten sonra sahilin, sahildeki mekanların keyfini çıkarın. Zaten her şey bizdeki gibi. (Sahilde seyyar arabalarda çekirdek satan amcalar bile var.)

Nereleri Görmeli, Neler Yapmalı?

Selanik denildiğinde yukarıda da belirttiğim gibi öyle uzun uzadıya 4-5 gün gezilecek, her yerinden ayrı bir şaheser çıkacak sanmayın. Şehre gittiğinizde görmeniz gereken yerleri Selanik Gezi Rehberi’mizin devamında sıraladık.

Atatürk’ün Evi

Selanik hepimizin akıllarına ilk okulda duyduğumuz bir cümle ile kazınmıştır: ‘Atatürk 1881’de Selanik’te doğmuştur.’ Evet, burası Atamızın doğduğu şehir, o nedenle Selanik’e giden çoğumuzun aklına ilk Atatürk gelecektir diye düşünüyorum. O nedenle bizim de Selanik Gezi Rehberi’nde ilk durağımız burası.

Selanik Gezi Rehberi - Atatürk'ün Evi

Atatürk’ün evi merkez diyebileceğimiz Aristotales meydanına 20-25 dk yürüme sonrasında ulaşabileceğiniz, Ana Poli’ye yakın bir konumda yer alıyor. Biz zaten Ana Poli’de konakladığımız için hostel’imiz yürüyerek buraya 5 dakika idi ve kaldığımız iki gün boyunca 5-6 kez önünden geçtik. Şu anda Atatürk Müzesi olarak kullanılan evi her gün 10:00 – 17:00 arasında ücretsiz olarak  gezebilirsiniz. Deyaylı bilgi için şuraya bir tık.

Ana Poli

Burası Osmanlı döneminden kalma, Osmanlı mimarisini ve burası bizden bir yer dedirtecek yapıları görebileceğiniz bir alan. Son yıllarda öyle güzel restore edilmiş ki biz kalacağımız hostel’i araştırırken Google’ın street maps’inden baktığımızda ‘acaba doğru mu tercih ettik?’ diye hafiften bir tırsarken gerçekten sokaklarında yürümekten keyif aldığımız bir bölge ile karşılaştık.

White Tower (Beyaz Kule)

Osmanlı döneminde inşaa edilen Beyaz Kule, Selanik şehrinin simgesi olarak gösterilir ve Selanik’in en çok ziyaret edilen noktalarından biridir. Balkan Savaşları sonunda şehir Yunanlıların eline geçtiğinde kule beyaza boyanmış ve adı Beyaz Kule olarak kalmış, ancak günümüzde tekrar eski renklerine bürünmüştür.

Aristotales Meydanı

Her gezi rehberinde bir merkez noktadan bahsediyoruz. İşte Aristotelous Square veya Türkçe adı ile Aristoteles Meydanı için Selanik Gezi Rehberi’mizdeki en merkezi nokta diyebiliriz. Kendinize merkez olarak bu noktayı belirleyebilir ve tüm programınızı ona göre belirleyebilirsiniz.

Hagia Sophia Cathedral (Ayasofya Katedrali)

Selanik’teki bu yapı öncelikle kilise olarak inşaa edilmiş ve 1430 yılında Sultan II. Murat tarafından Osmanlı topraklarına katılınca bir minare eklenerek camiye dönüştürülmüş. Adının Ayasofya ana sebebi İstanbul’da bulunan Ayasofya’nın örnek alınarak yapılması. Yunan haçı olarak planlanan bu bina Bizans mimarisinin en iyi örneklerinden biri olarak gösterilmektedir. 1912 yılında şehir tekrardan Yunanlıların eline geçince minaresi yıkılmış ve tekrardan kiliseye çevrilmiştir.

Hagios Demetrios (Aya Dimitri Kilisesi, Kasımiye Camisi)

Kültürlerimiz, tarihimiz o kadar iç içe ki Selanik’teki her dini yapı neredeyse önce kilise olarak inşaa edilmiş, sonra camiye çevrilmiş, sonra gene Yunanlılara geçince tekrardan kiliseye dönmüş. Selanik Gezi Rehberi’mizde bahsedeceğimiz dini yapıların da hepsi gerçekten böyle. Bu hisleri Selanik’teki dini yapıları gezince daha iyi anlıyorsunuz.

İşte bu yapılardan biri de şu anki adı ile Aya Dimitri Kilisesi. Kilise şehrin koruyucusu Selanik’li Aziz Dimitri’ye adanmış ve Aziz Dimitri’nin şehit edildiği Roma hamamı kalıntıları üzerine inşaa edilmiş. II. Bayezid zamanında 1491’de camiye dönüştürülen ve Kasımiye Camisi adını alan yapı, Yunanlıların eline geçince tekrardan kiliseye çevrilmiş. 1988 yılından beri Unesco Dünya Mirası listesinde bulunan yapı, 1917 yılında bir yangında tamamen mahvolmuş ve yeniden inşaa edilerek 1949’da tekrardan hizmete girmiştir.

Rotunda – Roman Temple (Sultan Hortaç Camii)

Tarih boyunca kilise ve cami olarak görev görmüş yapılardan biri de Rotunda, Selanik’in Roma İmparatorluğu döneminden kalma en eski yapılarından biri. Bu yapının Selanik’teki diğer yapılardan en büyük farkı Roma İmparatorluğu mimarisini yansıtması ve kilise & cami gibi dini amaçlar dışında bir Roma tapınağı olarak kullanılmasıdır. MS. 4. Yüzyılda Roma imparatoru Galerius tarafından yaptırılan yapı Roma’daki Pantheon gibi yapılmıştır. 1590 yılında camiye çevrilen yapının minaresi halen ayaktadır.

Arch of Galerius

Roma döneminden kalma bir diğer yapı da yapımı gene Rotunda ile aynı dönemde olan Kamara olarak da bilinen Galerius Arkı. Rotunda ile birlikte İmparator Galerius’u onurlandırmak için yapılan kemerin hala bir bölümü yıkılmadan ilk haliyle günüüze kadar gelmiştir.

Roman Forum (Agora)

Agora Yunanca’da toplanma alanı anlamına gelmektedir ve Agora’lar antik Yunan şehirlerin politik, dini ve ticaret merkezlerinin bulunduğu alanlardı. Ayrıca Roma İmparatorluğunda ortaya çıkan forumların öncüsü olarak bilinmektedir. Selanik’te Roman Forum olarak geçen alanlarda günümüzde görülecek pek bir şey kalmamış olsa da buranın çok kültürlülüğüne dair bir ön izleme olacaktır.

Eptapyrgio Fortress (Yedikule)

Yedikule olarak bilinen bu kale şehrin en güzel manzaralarından birini görebileceğiniz bir noktada yer alıyor. Tarih boyunca gene Bizans ve Osmanlı imparatorluklarına ev sahipliği yapmış olan bu kale adına rağmen on tane kule barındırıyor. İsmini İstanbul’daki Yedikule Kalelerinden aldığı düşünülüyor.

Ladadika

Eğer Selanik’te bir geceniz varsa, onu muhtemelen şehrin eğlence merkezi olarak tanımlayabileceğimiz Ladadika’da geçirmek isteyeceksiniz. Aristotales meydanında denizi karşınıza aldığınızda hemen sağ tarafta olan Ladadika bölgesi akşam saat 21:00 – 22:00 ‘den sonra gerçekten bambaşka bir hal almakta.

Eski Liman Bölgesi ve Selanik Sinema Müzesi

Eski liman bölgesinde birkaç kafenin ve müzenin bulunduğu bir bölgede yer alıyor Selanik Sinema Müzesi. Biz vaktimiz sınırlı diye (ve gittiğimiz gün Yunanistan’ın bir milli bayramına denk geldiği için kapalı oldukları için) hiç müze gezmedik. Ancak bir müze tercihimiz olsa sinemaya olan tutkumuzdan sanırım burayı tercih ederdik diye düşünüyorum. Siz de Yunan sinemasının tarihine dair sunumların ve özel gösterimlerin olduğu bu müzeyi tercih edebilirsiniz. Giriş 2 €.

Selanik Gezi Rehberi – Diğerleri

Selanik Gezi Rehberi’mizde şu ana dek ne yenir ne içilir veya arabayla nasıl gidilir gibi konuları hiç paylaşmadığımızı fark etmişsinizdir. Ancak merak etmeyin, bu konularda da uzun uzun yazdık, hizmette sınır yok!

Kavala
  • Kavala denince akla gelen ilk şey Kavala Kurabiyesi. Biz Kavala kurabiyesi arayışımızı Nea Karvali adlı bir kasabada sonlandırdık, detaylarımız için tık.
  • Kavala’da turistik bir geziye çıkacaksanız akla gelen ilk yer eski şehir olarak bilinen Panagia(Old Town) kısmı. Burada Kavala Kalesi’nden Kavala’nın en güzel manzarasının keyfini çıkarabilir ve tarihi sokaklarında kaybolabilirsiniz. Kavalalı Mehmet Ali Paşa müzesi ve heykeli de bu alanda bulunmaktadır.
Dedeağaç

Aslına bakarsanız Dedeağaç’la ilgili anlatacak pek bir şeyimiz yok, şehre uğradığımızda hafif bir Ege sahil kasabası tadı almadık değil. Demokrasi caddesi ve deniz fenerinin bulunduğu sahil caddesi dışında gezecek pek de birşey göremedik. Buranın Türk’ler açısından popüler olmasının en önemli yanı sınırı geçince 30 dakika sonra karşımıza çıkan ilk yer olması diyebiliriz.

Son olarak; önümüz yaz ve eğer pasaportunuz & vizeniz varsa da her şey çok kolay ve ucuz. Bu yaz bir hafta sonunuzu kesinlikle Yunanistan’da geçirmenizi öneriyoruz. 

Daha Fazla
Ama İyi YedikAvrupaYunanistan

Eşanlamlılar: Kavala – Dedeağaç – Selanik Yeme İçme

Konumuz edebiyat değil ama ben ne yapayım? Yunan mutfağı ile yemeklerimiz çok eşanlamlı ki, Türk mutfağı ile bildiğiniz aynı. Rakı dediğiniz uzo, Türk kahvesi dediğiniz Greek coffee. Meze, ara sıcak derken bu liste daha uzar gider. Bütün bu eşanlamlıları denediğimiz Kavala, Dedeağaç ve Selanik yeme içme maceramız tam aşağıdaki gibi oldu.

Yunan mutfağını keşfetmek için güneşli bir Mart cumartesisi araba ile çıktığımız yolda sınırı geçer geçmez ilk bakmaya başladığım şey Kavala kurabiyesini nereden alabileceğimdi. Detaylı araştırmalardan sonra Kavala’ya 15-20 dk uzaklıktaki Nea Karvali’yi buldum.

Nea Karvali

Kavala, Dedeağaç ve Selanik yeme içme maceramızdaki ilk durak Ege kıyılarımızda rastlayabileceğiniz Nea Karvali deniz kıyısında sade bir köy, aslında biraz Kavala’nın yazlık yeri gibi duruyor. Hedefimiz, rivayete göre Kavala kurabiyesini yapan en eski ailelerden biri olan İOAKİMİDİS’in yaptığı kurabiyeleri bulmaktı. Köyün biraz dışında bir dinlenme tesisi gibi bir yerde, benzinliğin yanında kendisini bulduk.

İOAKİMİDİS (Sıcak çay yanında Kavala kurabiyesini hediye eden yer)

İçeri girdiğimizde şoka girdik çünkü Kavala kurabiyesini sade hali ile bulmak mümkün değildi! Ballı – çikolatalı – narlı vs vs o kadar çok çeşit vardı ki bir an orjinali yiyemeden gideceğim diye endişelendim. Neyseki bu endişem güler yüzü ve çatpat Türkçesi ile bana kurabiye ikram eden tatlı amca ve uzattığı sıcak çayı sayesinde ortadan kalktı. Gerçekten daha önce yediklerimden farklı, daha gevrek ve daha az şekerli bir kurabiyeydi.

Bence araba ile gidiyorsanız ve yolunuzun üzerindeyse buraya bir uğrayın derim. Hem Selanik yolunda bir mola vermiş olursunuz, hem de kurabiye yersiniz.

selanik yeme içme

Niğde-Aksaraylı Börekçi Yorgo (Hayır yanlış okumadınız)

Nea Karvali Niğde – Aksaray bölgesine göç vermiş ve göç almış bir yer. Bunun etkilerini de çoğu yerde görüyorsunuz. Yorgo Amca da Niğde’den gelmiş Rum bir ailenin oğlu.

Sabah tatlı yediğimiz için kendimiz kahvaltı yapmamış sayan gezenkafa gezginleri kendimizi Yorgo Amca’nın börek tezgahına zor attık. Beyaz Peynirli – Ispanaklı ve Kıymalı olmak üzere 3 çeşit börek söyledik. Kıymalı için özellikle domuz eti olmadığını vurguladı. Peynirli ve ıspanaklı normaldi bence ama kıymalı’da ilginç baharatlar vardı öyle ki kendimizi midye dolma yiyiyor gibi hissettik. Aslında popüler bir diğer çeşit tatlı börekmiş. Ama biraz önce tatlı yediğimiz için biz bu alternatifi pas geçtik.

Yunanistan’ın en güzel yanlarından biri her yerde bildiğimiz demleme çay olmasıydı. Burada ikinci çayımızı içip yolumuza devam ettik.

Kahvatltımız 5,5 € tuttu. (3 kişi olduğunu hatırlatmak isterim…)

Ata’mızın Doğduğu Şehir: Selanik

Selanik yeme içme için duyduğum en genel şey (ve en doğrusu) en kötü yerin bile çok iyi olduğuydu. Gerçekten doğru, kendimi o anlamda çok rahat hissettim. Biz geldiğimiz saat ve yolda yediğimiz yemekler itibariyle çok çok aç değildik ama kendimizi adeta İzmir’in kopyası olan sahile atınca o hareketliliğin, o uzo kokusunun, o tepsilerde dolanan mezelerin bizi resmen kendine çektiğini fark ettik.

Selanik yeme içme: İsmini yazamadığım ilk göz ağrım 

Tabii ki latin alfabesinin olmadığı bir yerde ciddi bir bocalama söz konusu oluyor. O yüzden aşağıda ismini gördüğünüz ve adresini yazdığım yere ilk göz ağrım dedim. Sıra sıra dizili yerler arasından burayı seçmemizin nedeni içerden gelen buzuki sesiydi. Oldukça modern döşenmiş hatta barda da yemek yiyebildiğiniz ferah bir mekandı.

İngilizce menü ve ingilizce bilen garsonların olması çok önemli bunun altını çizeyim.

Yediklerimize gelince; biz ortaya paylaşımlı şeyler söyledik. (Acı biberli Feta Peyniri – ızgara kalamar – ızgara midye ve kabak mücver) Zaten Yunanistan’ın neresine giderseniz gidin inanılmaz ama inanılmaz büyük porsiyonlarda geliyor herşey.  Yanına da daha önce hiç denemediğimiz Yunan şarabı Retsina içtik. Retsina yumuşak içimli ve yarı tatlı beyaz şarap. Uzo’ya alternatif arıyorsanız mutlaka deneyin. 3 kişi 5oo ml. içtik gayet yeterli geldi.

Yemekleri ne kadar lezzetli, taze olduğunu söylememe gerek yok sanırım. 3kişi bu 4 çeşit meze ve yarım litre şarap için toplam 30 € ödedik. Bu arada tatlılar ikramdı.

Adres: Leof Nikis Caddesi No:15

Terkenlis (Baklavacı – Revanici – Tulumbacı)

Kültürlerimizin benzerliğine attığı her adımda şaşıran ben Selanik’in en eski pastanelerinden birine girince küçük dilimi yuttum çünkü pastanede resmen şerbetli tatlılar köşesi vardı. O bölümden kaçarak geniş tatlı vitrininden bir adet ‘Thessaloniki Traditional Cream Filled Pastry’ denedim. Meali şu:

  1. Baklava hamurlarına kafi derecede şerbet dökülmüş.
  2. Ama o kadar kafi ki o şerbet içinizi almıyor, baklavayı tam ayarında çıtırlıkla yumuşaklık arasında bırakıyor.
  3. Soğukluğu buzdolabından yeni çıkmış.
  4. İçinde malzemesi çalınmamış az şekerli bir pastacı kreması var. Yani bence pastacı kreması değil ama ben öyle tarif edeyim.

Ben bu klasmanda böyle birşey yemedim. Gerçekten fotoğrafını çekerken bile yavaştan aldım böyle birşey olduğunu görüntüsünden tahmin bile edemezdim. ‘Selanik’e gittim 1 saatim var ne yapayım?’ derseniz sadece bunu yiyin gelin derim.

Tatlının küçük boyu 2.60 € / büyük boyu 4.30 €

Palati (Her türlü kına düğün organizasyonu yapılır.)

Palati Selanik’in meşhur, oraların Nevizade Sokağı diyebileceğimiz Ladadika’da yer alan, 2 katlı geleneksel bir Yunan Tavernası. Selanik yeme içme denince geleneksel bir Yunan tavernasını es geçmek olmazdı tabii ki. Bu anlamda Palati, benim gelmeden önce özellikle araştırdığım bir yerdi. Çünkü Yunanistan’a ikinci gelişi olan biri olarak eğlenceli bir yunan tavernası deneyimi yaşamak istiyordum.

Fix menü yok, ingilizce menüden masanızı keyifle donatabilirsiniz. Müzik saat 21:00 gibi başlıyor, siz uzonuzla ufak ufak mezeleri didiklerken önce alt grup diyebileceğimiz bir orkestra ve güzel sesli bir kadın vokal çıkıyor. Siz ara sıcaklara geçtiğinizde de mekan saat 22:00 gibi kalabalıklaşıyor.

Hem turistlerin hem de lokallarin olduğu bir yer ki o gece şansımıza ön masalarda hep lokaller vardı keyiflerince sirtaki oynadılar.

Yemekler lezzetliydi, günün yorgunluğu şerefine masamızı bu sefer donattık. Benim en favori mezem olan kabak kızartma – kalamak kızartma – sosta pişirilmiş midye – fava (masada ayrı bir şekile karıştırıp servis ediyorlar, mutlaka deneyin) – patlıcan salatası ve domates&feta peyniri ve soğandan oluşan Greek Salad söyledik. Yanina da 35’lik bir nevi Türk rakısı olan uzo açtık.

Tatlı tabağı ikram olarak geldi yine. Bütün bunlar 3 kişi için toplam 60 € tuttu. Maalesef bizim ülkemizde böyle bir yemek yeseniz ortalama kişi başı 150 TL ödersiniz, üzerine aç kaldığınızla kalırsınız. Önceden bir araştırmak isterseniz şuradan internet sitesini inceleyebilirsiniz.

Müzik ve yemek birlikte çok güzel gidiyordu ki üzerine saat 22:30 civarı esas oğlan çıktı. Yani mekanın gerçek sanatçısı. Peki ne söyledi dersiniz? Tabii ki ‘Aaa ben bunu biliyorum’, ‘Aaa bu Sezen Aksu’nun şarkısı değil mi?’ dediğimiz çeşitli Türkçe şarkıları. Haliyle kendisi sahneden Yunancasını biz de oturduğumuz yerden Türkçesini söyleyince çok eğlendik, kadehler kaldırdık, kalktık oynadık. Farklı dillerimiz olsa da Türkiye’den kilometrelerce uzakta olsak da bizi birbirimize bağlayan geçmişimizin ortak değerlerine tutunduk. Bir ara Türkçe ‘Mavi mavi masmavi, gözleri boncuk mavi’ ye bağladı, o derece.

selanik yeme içme

 

Mezelerden meze beğenin

Selanik yeme içme denince tabii akla çeşit çeşit meze geliyor.  Meze konusunda benim denediğim bu iki yerde çok daha fazlası vardı. Ama bizim deneyimleme şansımız mide kapasitemiz ile doğru orantılı olduğu için çok merak etsem de Sempriko, O Kipos Tou Thermaikou ve Full Tou Meze deneyemedik.

Bugün Günlerden Estrella

Selanik yeme içme deneyimimizde ikinci günün sabahında daha Selanik’e gitme planım olmadan methini duyduğum, listeye alınca daha varmadan ne yiyeceğimi seçtiğim bir kahvaltıcıydı Estrella. Kendisi iki katlı, sade tasarımlı binası ile Pazar sabahı bizi kapsının önünde bir kuyruk ile karşıladı. Maalesef rezervasyon almıyorlar.

Menüsü çok çeşitli ama nutella ve bougatsa kreması denilen beyaz bir kremaya bulanmış kruvasanları ile ünlü. Mezelerdeki büyük porsiyon alışkanlığı buraya da sıçramış. O kruvasan ile göz göze gelip porsiyonu görüp ‘kurban bayramında danaya ortak olanlar’ gibi hemen arkadaşlarınıza bakmak istiyorsunuz. Zira tek başına yenmesi intihar.

Konumuzdan sapmadan menüye gelirsek: Kruvasanlar – bageller – çeşit çeşit yumurtalar ve omletler – waffle’lar – pancakeler ve Thessaloniki koulouri yani simit üstü harika karışımlar var.

Bizim tercihimiz bu simitli karşımlardan yana oldu. Breakfast Pizza Thessaloniki koulouri üstü avokado, shriracha (bir çeşit acı sos), krem şeklinde feta peyniri ve iki göz yumurta! Simit aslında bizim bildiğimiz öz hakiki simitti. Ama tabii ki teoride! Pratikte bizim çıtır çıtır susamlı simitlerimizin yanından bile geçmez. Ancak tabağın geneline baktığınızda lezzetine doyum olmazdı hakkını yemeyeyim.

Ortaya pancake’lerden penut butter, jelly ve berry seçtik. Gerçekten kruvasan ile pancake arasında çok gittik geldik, hala da gidip geliyorum.

Yanına 3 kahve ile ödediğimiz toplam tutar 30 € oldu.

Bu arada sırtınızı Estrella’ya verip Pavlou Mela Caddesi boyunca yürürseniz orada da harika keşfedebileceğiniz yerler var (mesela Spoon) benden söylemesi.

Greek Coffee’den greek falı bakılmıyor!

Bu önemli bir husus çünkü aslında gerçek olan kahvenin telvesi az. Greek coffee aslında bildiğimiz Türk kahvesi. Selanik’te bence özel yapan bir yer yok. Sunum kısmını biraz zengin tutuyorlar mekandan mekana o fark edebilir sadece.

Biz Leof Nikis Caddesi üzerinde (White Tower arkanızda deniz solunuzda olacak şekilde ilerlerseniz) sıra sıra dizili cafelerden birine oturduk. Sunumları gerçekten zengindi; kahveler bakır cezvelerde geliyor siz masada dolduruyorsunuz. Yanında su-lokum-kurabiye-kek ve benzeri bilimum unlu mamül de ikram ediliyor. Ne ikram ederlerse etsinler kahvenin telvesi az kardeşim onu fark ederiz.

…ve diğerleri….

Selanik yeme içme için bir hafta sonu yetersiz kalsa da şehri görmek için fazlasıyla yeterli. Hem midemiz dolu olduğundan hem de özel bir ulusal gün olması nedeni ile çoğu mekanın kapalı olmasından aşağıdaki yerleri deneyemedik:

iHeart : Oldukça popüler, gidilesi bir kahveciymiş.

TOMS : TOMS bildiğimiz TOMS ayakkabılarının mağazasının cafe hali. Oradan aldığınız her kahve yine bir yardım kuruluşuna gidiyor. Bayılıyorum adamlara!

FYC : Burası aslında Frozen Yogurt Cafe, özellikle yaz günleri fresh bir kaçamak olabilir.

Köftelerce Dedeağaç yani Alexandrapoli

Sınıra 30 dk uzaklıkta olan Alexandrapoli ve uydusu Makri’nin, aslında çok sevgili beyaz yakalı çevremizin son zamanlarda sıklıkla kaçtığı bir yer olduğunu fark ettik. Sınıra yakınlığının yanısıra, oldukça popüler olan gece hayatı bizi merakta bıraksa da biz kendisini köftesi için ziyaret ettik.

Kanavidis 1974

Tekirdağ’ın meşhur köftesini bir yere park edelim. O güzel o ayrı…bu daha bir ayrı. Mekan salaşlıktan ölecek bir kere, tabak yok hatta bence yüz bulsalar çatal, bıçak da olmayacak. Köfte siparişlerini adetle veriyorsunuz ve üzerine limon sıkarak yiyorsunuz.

Garip bir baharatı var ya da etin farklılığı (domuz eti değildi) ama yedirdi kendisini. Klasik köfte gibi değildi sonuç olarak. Yanına dana sosis de söyledik ve aşağıdaki gibi bir görüntü ortaya çıktı. Biz çok mutlu ayrıldık.

Toplam 11,5 € ödedik.

Yunanistan’ın her yerinde benzer bir kültürle karşılaşacağımı ümit ediyorum. Gerçekten bu kadar lezzetin bu kadar ucuz olması adil değil. Yazdığım tüm hesapların üç kişilik olduğunu tekrardan belirtmeyim. Bu yaz sık sık Yunanistan’a kaçmayı planlıyorum.

Antio…

Daha Fazla
AvrupaPortekiz

Bir Nar Misali: Çok Taneli, Lezzetli ve Kırmızı – Porto Gezilecek Yerler

Porto gezilecek yerler’i düşününce aklıma gelen ilk kelime bu oldu bilgisayarın başına oturunca. Hiç ummadığım şekilde Portekiz’de en çok Porto’yu sevdim. Her ne kadar kendi içinde sessiz sakin tek başına sert görünümlü bir şehir gibi dursa da ara sokaklarında, yokuşlarında ve köprü üstlerinde gezmeye başladığımız zaman bambaşka bir yüzünü gösterdi Porto. Nar gibi çok taneli, lezzetli ve kırmızı…

Aslında Portekiz seyahatimin ilk durağı olan Porto için biraz ön yargılıydım. Kimileri hiç gitme dedi, kimileri 1 gün yeter dedi. Ancak her şeye rağmen Porto’da dolu dolu 2 gün-1 gece geçirdik.

Konaklama

Porto’da konaklamak için HF Fenix Porto’yu seçtik, açıkçası lokasyonun bu kadar uzak olacağını düşünmemiştim. Hem metro için 10 dk yürüdük hem de merkeze metro ile 20-25 dk gibi bir zamanda vardık. Elimizde valizlerle pek hoşlandığımızı söyleyemem. Otel kendi içinde sevimli ve temizdi o ayrı.



Booking.com

Porto Gezilecek Yerler

Porto’yu keşfetmeye Sao Bento durağından başladık. Sao Bento aynı zamanda dünya minnoşu bir tren istasyonu. Buradan Porto’nun kendi yerleşim merkezlerine trenler kalkıyor. Tren istasyonunu bu kadar popüler yapan şey ise Portekiz’in meşhur mavi-beyaz çinilerinin buranın duvarlarını boydan boya süslemesi. İnsanın içini açıyor gerçekten.

Sao Bento’yu arkanıza aldığınızda yol ikiye ayrılıyor. (İki yolda yokuş aşağı, yani birinden inip birinden çıkarsınız haberiniz olsun.) Biz yolun sağından yürümeye karar verdik. Yol boyunca harika evler-çiçeklerle süslü duvarlar ve minik balkonlar eşlik etti bize.

Bu bölgede yer alan Sao Francisco Kilisesi’ni gördük hızlıca, şansımıza bir de nikah vardı. Gelin ve damada mutluluklar dileyip hemen katedralin karşısındaki Pimms Restoran’da dinlendik.

Pimms Restoran

Aslında burası benim Porto’nun lokal bir lezzeti olan Francesinha için listemde olan yerlerden biriydi. O yüzden tam karşıma çıkınca hemen fırsatı değerlendirdim. Ancak sanırım yol yorgunluğundandı, pek bayılmadım. Yani iki dilim ekmek arasına bizim karışık kumru gibi düşünün, peynir ve tercihe göre et parçaları konmuş ve üzerine de boool soslu bir domates suyu eklenmişti. Bunun orjinalini aslında Cafe Santiago yapıyor. Ancak aklınızda olsun, pazar günleri kapalı. (Biz ertesi güne koymuştuk orayı)

Burası dahil olmak üzere durduğumuz her yerde sangria içtik, gayet lezzetliydi.

Etrafı kabaca gezdikten sonra Porto gezilecek yerler listemizdeki ikinci yer olan Dom Luis Köprüsü’nü gezmek üzere Ribeira caddesinin bir üstünden köprü yoluna doğru yürüdük ve tünelden geçerek köprünün ayaklarına vardık.

Ponte Dom Luis I (Nam-ı diğer 1. Dom Luis Köprüsü)

Köprünün ayaklarına gelince yoğun bir metal işçiliği gözünüze çarpıyor, o anlamda bana biraz Eiffel Kulesi’ni anımsatmadı değil. Biz akşam üzeri gün batımını izlemek için köprünün üstüne çıktık. Hemen solda zaten Portekiz’de bol bol karşınıza çıkan füniküler ile 5 dk içinde üste çıktık. Üst dediğimizde aslında üst yola çıkıp bir 5-10 dk köprü yoluna yürümek.

Köprünün ortasından tram geçiyor bu arada, aman dikkat. Şimdi ben en çok buraya bayıldım. ‘Delirdin mi? İstanbul’da koskoca Boğaziçi Köprüsü var, alası, bildiğin iki kıtayı bağlıyor’ dediğinizi duyar gibiyim. Amaaa burada iki yakayı çok daha net görüyorsunuz, sağda Ribeira’nın muhteşem renkli kutu kutu evleri, ileride puslu bir hava, solda ise heybetli şarap mahzenleri. Douro Nehri sizi kucaklıyor sanki. Ben gerçekten çok etkilendim.

Dönüşü de yukarıdan yaptık. Yine füniküler ile aşağıya indik ve Ribeira bölgesini keşfetmeye başladık.

Ertesi gün Şarap Tadımı için Gaia Bölgesi’ne geçerken bu seferde alttan gidelim dedik. Altta ciddi bir araç trafiği var. Ama asıl ilginç olan Douro Nehri’ne sizin için para karşılığında köprüden atlayan küçük çocuklar. O anlamda köprü altı çok kaotik, üst kattaki huzurdan eser yok.

Ribeira Bölgesi

Ortaçağ’dan kalma renkli evleri, arnavut kaldırımlı taş sokakları ile Ribeira gerçekten çok farklı bir bölge. Hiç klasik Avrupa şehrine benzemiyor. Gerçekten sokakların birinden az sonra tüccarlar çıkacak, gemilerine atlayıp ticaret için denizlere dökülecekmiş gibi hissediyorsunuz. Bu anlamda gerçekten Unesco Dünya Mirası listesinde yer almayı hak ediyor. Sağınıza solunuza bakıp bol bol fotoğraf çekme isteği uyandırıyor burası. Riberia’yı gezdikten sonra hemen nehir kıyısındaki Chez Lapin’e akşam yemeği için geçtik.

Chez Lapin

Akşam yemeği için gerçekten lokal ve sakin bir yerde deniz mahsülleri yiyelim istedik. Bir gece kalacağımız için buradaki tek kurşunumunuz da Chez Lapin’den yana kullandık. Bu arada Portekiz gerçekten deniz mahsulü cenneti. Özellikle codfish yani morina balığını abartmıyorum 3248 versiyonda bulabilirsiniz. Yani neredeyse tatlısını yapmamışlar sadece. Bunların en ünlüsü de Bacalhou, adım başı her yerde yiyebilirsiniz. Bizim içli köftenin morina balığı ve tercihe göre içinde peynirle yapılanı gibi düşünebilirsiniz. Oldukça lezzetli, ben adım başı yemiş olabilirim.

Chez Lapin genel anlamda lokal mutfağı, hızlı servisi ve yönlendirici garsonları ile gönlümüzde yer tutan bir restoran oldu.

Menü olarak baktığınızda sadece deniz mahsülü değil makarna ya da normal et çeşitleri de yiyebilirsiniz. Biz bir şişe şarap -bir salata –  iki ana yemek – bir tatlı ve iki kahve için toplam 52 € ödedik.

Chez Lapin - Porto Gezilecek Yerler

Ertesi Gün

Porto gezilecek yerler listemizde ikinci günümüze Aliados Meydanı ile başladık. Burası sıra sıra mağazalar, butikler ve kafeler bulabileceğiniz büyük ve önemli bir meydan aslında. Aliados Meydanı’ndan aşağıya inip Praça da Liberdade, yani Özgürlük Meydanı’na geldik. Sağından devam ettiğinizde o kadar yolun sonunda enerjinizi toplamanıza yardımcı olacak bir tatlıcı önereceğim size.

Santini

Santini, hem Porto hem de Lizbon’da adım başı göreceğiniz bir tatlıcı/dondurmacı. İddiaya göre formülü sır olarak bilinen ve aslında Paris’te başka bir tatlıyı yapmak için uğraşılırken keşfedilen bir tatlı. İçinde un yok ve sadece Fransız Valrhona çikolatası ile yapılıyor. Adı da ‘ O Melhor bolo de chocolate do mundo’ yani dünyanın en iyi çikolatalı pastası! Yanına da çeşit çeşit dondurmalardan birini seçip söyleyebilirsiniz. Tadı nasıl diye sorarsanız: Hayatımda yediğim en tatlı tatlı şey. Yani keşke dondurma söylemesek de bir bardak soğuk süt söylesek dedik o derece. Bence paylaşımlı bir tabak alabilirsiniz. Çok ciddiyim!

Santini - Porto Gezilecek Yerler

Yolumuza Baxia bölgesini gezerek devam ettik. Buralarda sırasıyla Livraria Lello & Irmao ve Clerigos Church-Torre dos Clerigos’u gördük. En popüler ve ilginç olanı Lello Kütüphanesi olduğu için ondan biraz bahsetmek istiyorum.

Livraria Lello & Irmao

Burası Harry Potter fanatiklerinin çok yakından bildiği Portekiz’in en eski kitapevlerinden biri. J.K. Rowling, Harry Potter serinin ilk kitabını kitapçının ikinci katında bulunan kafede yazmış. Zaten kitapçı tepeden tırnağa Harry Potter kitapları ile dolu.

Porto Üniversitesi’ndeki öğrencilerin siyah pelerin giymesinin bile karakterlere ilham olduğu söylentiler arasında. Bunun yansımasını siyah pelerin giyen çalışanlardan görebilirsiniz. Burayı sakın atlamayın, Harry Potter hatırına olmasa bile tarihi dokusu ile ziyareti hak eden bir mekan.

Porto gezilecek yerler listenizde iki tanem önemli turistik aktivite bulunmalı. Bunlardan bir tanesi Porto Şarabı tadımı, diğeri de Gaia Telefereği ile Porto’ya kuşbakışı bakmak.

Şarap Tadımı: Sandeman

Dom Luis köprüsünü alttan geçip karşıya varınca sahil şeridinde sıra sıra şarap evleri başlıyor. Porto aslında şarabı ile ünlü ama sofra şarabı olarak değil de daha ziyade tatlı ya da sangria yapımında kullanılabilecek şaraplar bence. Şarap evlerinin hepsi ünlü tabii kendince ama biz tavsiye üzerine Sandeman’i tercih ettik. Mahzenlerini gezmeden bahçesine oturup güneşli bir Porto pazarında Porto şarabından yapılmış kokteyllerimizi, Ribeira bölgesinin muhteşem tarihine bakarak yudumladık.

Gaia Teleferiği

Her ne kadar en önemli iki turistik aktiviteden biri de desem teleferik gerçekten vaktiniz olursa yapabileceğiniz bir etkinlik bence. Çünkü köprü üstünden gördüğünüz manzaranın bir kısmını da teleferik ile görebiliyorsunuz o kadar. Çok uzun sürmüyor, en fazla 15 dk.

Pazar günü çalışmayan şehir:

Gerçekten Avrupa’da hatrı sayılır birçok şehir gezdim. Önemli yerlerin neredeyse hepsinin pazar günü kapalı olan bir yer görmedim. Özellikle başlık açtım ki siz de Porto gezilecek yerler listenizi hazırlarken ona göre yapın.

Mercado do Bolhao: Cumartesi13:00’ten itibaren kapalılar.

Cafe Majestic: En eski ve en popüler pastanelerinden biri ve pazar günü kapı duvarlar.

Cafe Santiago: Özellikle yazımın başında belirttiğim Francesinha’ı en iyi yapan yer.

Şimdi gelelim en önemli noktalara:

Porto gezilecek yerler listenizdeki birçok noktaya şehir içindeki metro ile kolaylıkla ulaşabiliyorsunuz. Metroda bilet kontrolü yok ama arada polis rastgele binip biletleri görmek isteyebiliyor. Bu nedenle tavsiyemiz, piyangonun size vurmasını istemiyorsanız biletlerinizin hep güncel olması.

İkinci en önemli konu da Lizbon’a devam edecekseniz nasıl edeceğiniz konusu? Campanha Tren İstasyonu Porto-Lizbon arası trenlerin hareket noktası. Biz de gezimizin ikinci durağı olan Lizbon için tren opsiyonunu seçtik. Aslında planımız uçaktan iner inmez online bilet almaktı. Fakat uçakta bir nifak tohumu edası ile aramızda oturan Portekizli genç bize hiç gerek olmadığını binmek istediğimiz saatten 1-2 saat önce istasyona gidip alabileceğimizi söyledi. YALAN! Sanki Esenler Otogar’dan İzmit’e bilet alıyoruz. Nasıl inandık sormayın sakın. Pazar akşam 20:00 treni için güzel güzel istasyona gittik bir de ne görelim hiç yer yok.

Orada uzun bir değerlendirme sürecinden geçtik arkadaşımla. Araba kiralamak, istasyonda sabahlamak ve sabaha karşı saat 05:00 trenine binmek(aktarmalı) ya da otelde kalmak ve sabah 08:00 trenine binmek. Uzun bir araştırmadan sonra gecelik 50euro’ya çok cici bir otel bulup  (Hotel Aliados) sabah Lizbon’a doğru yola çıktık.

Bu da bize baya sağlam ders oldu. Herşeye rağmen bu berektli ve sürprizli şehri çok sevdik!

Teşekkür: Yazıyı yazarken bütün Porto fotoğraflarımı kaybettiğimi fark ettim maalesef, çok şükür tatil arkadaşım Hülya’da bir kısmı vardı. Kendisine buradan bir kere daha teşekkür etmek istiyorum.

Daha Fazla
AvrupaAvusturya

En Yaşanılabilir Şehirler Listelerinin Daimi Üyesi: Viyana Gezi Rehberi

Dönem dönem Dünyanın En Yaşanılabilir Şehirleri adında haberlere denk geliriz. O listelerde ilk onda genellikle Avrupa’dan pek fazla şehir olmaz. Ancak bir Avrupa şehri var ki her zaman başa oynar, Viyana! Gittiğim şehirleri iki farklı kategoride sıralamak gibi bir huyum var, bunlardan biri şehrin güzelliği diğeri ise yaşanılabilirliği. Viyana, en güzel şehirler sıralamamda birinci sırada olmayabilir belki, fakat gittiğim yerler arasında yaşanılabilirlik konusunda kesinlikle birinci sırada. Her sene ‘en yaşanabilir şehirler’ adlı araştırmalarda en üst sıralarda gördüğümüzü düşünürsek, benim sıralamamı da biraz olsun doğruluyor kendisi. O zaman bizim de Avrupa’nın en yaşanılabilir şehri ilan ettiğimiz, Viyana 101 dersi niteliğinde; bütçe, konaklama ve gezilecek yerlere odaklanacağımız Viyana Gezi Rehberi ’mize hoş geldiniz.

Viyana Gezi Rehberi’nin aslında GezenKafa.com için ayrı bir esprisi bulunmakta. 2015 Mayıs ayında Avusturya’daki AC/DC konseri sayesinde ikinci kez görebilme şansını elde ettiğim Viyana, Gezen Kafa’yı kurma yolunda beni en fazla motive eden şeydi. Aslına bakarsanız da bu yazı sitenin ilk yazısı olacaktı. Ancak bir takım sebepler dolayısı ile o yazıyı bir türlü bitiremedim, bekledikçe de o yazıya devam etme isteği gitti, ta ki şu ana dek.

Viyana’ya ilk gittiğimde turla ve sadece bir gün olduğu için pek bir şey anlamamıştım, hatta sevmemiştim bile. Turların maalesef sizin kişisel tercihleriniz üzerinde böyle bir etkisi olabiliyor, o nedenle çok aksi bir durum olmadıkça her zaman kendi turunuzu kendinizin planlamanızı öneriyoruz. İkinci kez gidişimde, şehri gerçekten tanımanın da verdiği hisle olsa gerek baya etkilendiğimi söyleyebilirim. Bu etkilenmenin asıl sebebi oradaki insanların yaşam seviyesi oldu diyebilirim. Viyana’da yaşayan bir arkadaşımın rehberliğinde o yaşam seviyesi dediğim şeyi detaylıca deneyimleyebildiğim için dönerken de aklımda sadece ‘burada yaşasam ne güzel olurdu’ düşüncesi vardı.

Gene uzunca bir girişten sonra Viyana Gezi Rehberi’mizin detaylarına gelelim

Havalimanından Ulaşım

Her şey gibi, havalimanından şehre ulaşım da çok rahat Viyana’da. CAT denilen ekspres trenler ile 11€’a(Gidiş dönüş 17€) Wien Mitte tren istasyonuna ulaşarak oradan istediğiniz U-Bahn hattına aktarma yapabilirsiniz. Ancak, bu pahalı yöntem. Ekspres tren benim neyime, ucuz yollu bir yol yok mu diyenler için (ki bence de ideali bu) S-Bahn 7 yardımımıza yetişiyor. CAT ile aynı güzergahı gidiyor ancak tek farkı CAT kadar havalı bir trene binmiyor olmanız ve ara duraklarda duruyor olmanız. CAT ile 16 dakikada Wien Mitte istasyonuna ulaşırken, S-Bahn 7 ile bu süre 30 dk civarına çıkıyor. Bilet ücreti ise 2,6 €.

Biletler için CityAirportTrain’in veya WienerLinien’in internet sitelerini ziyeret edebilirsiniz.

Toplu Taşımaca

Genel olarak rehberlerimizde toplu taşımaya dair pek fazla bilgiye yer vermiyoruz. Bunun nedeni şehirleri yürüyerek keşfetme isteğimizden geliyor. Eğer gittiğimiz şehirdeki planlarımız öyle aşırı geniş bir coğrafyaya yayılmıyor ise toplu taşıma kullanmıyoruz ki Avrupa şehirleri de bu tanıma uyuyor. Ancak Viyana’da öyle bir toplu taşıma sistemi var ki bir Viyana Gezi Rehberi’nde bundan bahsetmemek ayıp olur. Viyana’da toplam 6 U-Bahn hattı bulunmakta, hepsi birbirini belirli duraklarda kesiyor ve aktarma yapabiliyorsunuz. Aktarma derken, metro saatlerini de öyle bir ayarlamışlar ki aralarda beklemiyorsunuz dahi.

Metro’ya veya herhangi bir toplu ulaşım aracına tek biniş pahalı gözükebilir, 2,6 €. Ancak 24, 48, 72 saatlik veya haftalık seçenekler gayet uyguna geliyor. Haftalık bilet 72 saatlik biletten daha ucuz, ancak haftalık biletlerdeki kritik nokta Pazartesi’den Pazartesi’ne kadar geçerli olmaları. Metro seferleri normal olarak gece 12-01 saatleri arasında son buluyor, Cuma ve Cumartesi ise tüm gece metro seferleri çalışıyor. Biletlerinizi gitmeden önce yukarıda da belirttiğimiz WienerLinien’in internet adresinden online alabilirsiniz. Hatta alırken, havaalanı transferini de ekleyebiliyorsunuz (ister CAT, ister S-Bahn).  E-mail ile gelen  biletin çıktısını yanınızda taşımanız yeterli, muhtemelen size kimse sormayacak. Ancak sakın aklınıza bilet almadan bineyim gibi bir şey gelmesin, çok nadir olan denetlemelerden birine gelip ceza ödemek zorunda kalabilirsiniz sonra.

’Toplu taşımada hiçbir bilet kontrolünün olmamasına rağmen herkesin bilet aldığı bir şehir’ Viyana. 

Konaklama Şeysi

Viyana’da toplu taşıma çok rahat, bakın abartmıyorum gerçekten çok rahat. Bu nedenle yakınınızda bir U-Bahn istasyonu olduğu sürece her yerde konaklayabilirsiniz. Viyana’nın turistik merkezi Stephenplatz diye biliriz, o nedenle buraya çok fazla uzaklaşmadan, yanında da bir metro istasyonu olan her nokta ideal olacaktır.

Biz Viyana Üniversite’sinin de bulunduğu ve Viyana’nın fuar alanı olan Messe Prater’de, Austria Trend Hotel Messe Wien Prater isimli otelde konaklamamı gerçekleştirdik. Fiyatı ile karşılaştırınca son derece kaliteli hizmet sunduklarını söyleyebilirim. (İki kişi gecelik 55 €) Merkez nokta dediğimiz Stephenplatz’a otelden bir dk uzaklıktaki U2 istasyonundan metroya binip bir aktarma yaparak ulaşabilirsiniz. (Maksimum 15 dakika sürecektir.)

Döviz Olayları

Bir Avrupa Birliği ülkesi olarak Avusturya’da para birimi €. Bu sebeple döviz konusunu gitmeden önce rahatlıkla halledebilirsiniz.

Bütçe Mevzuları

Para birimi € ve günümüz şartlarında € kurunun 4 TL civarına yaklaştığını düşünürsek Viyana için çok ucuz bir şehir diyemeyeceğiz. Bir Batı veya Kuzey Avrupa ülkesi ile karşılaştırınca ucuz kalsa da etrafındaki ülkelere kıyasla €’nun da verdiği ağırlık ile bir pahalılık mevzusu. Biz uçak biletini gidiş dönüş 320 TL’ye almıştık, 3 gece 3.5 günlük gezi için 190 € gibi bir para harcadık, konaklama için de 3 geceye 80 € ödedik ve toplamda 350 € gibi bir bütçe ile tüm gezimizi tamamladık. Tabii bu konu sizin gideceğiniz müzeler, yapacağınız aktiviteler ve yiyeceğiniz yemeklere bağlı olarak değişebilir. Ben 1 günü komple konserde geçirdiğim için o günü 15 € ‘a kapatmıştım mesela.

Kaç Gün İdeal

Eğer çok detaylıca her müzeye girerim, en detay lokallerin takıldığı yerleri de incelerim demez iseniz 2 gece 3 günlük bir gezi fazlasıyla yetecektir Viyana gezisi için. Ancak bizce biraz daha rahat takılıp 3 gece planlamanızda fayda var. Ülkemizden genelde Orta Avrupa turu olarak düzenlenen turlarda Viyana’ya genellikle en az süre verilir. Sakın buna kanarak ben 1-2 günde gezerim demeyin, sonra Avrupa’nın en yaşanabilir şehrinden pek de yaşayamadan ayrılırsınız.

Nereleri Görmeli, Neler Yapmalı?

Dedik ya, Avrupa’nın en yaşanılabilir şehri. O nedenle o şehri yaşamadan ayrılmamalısınız. Belli başlı turistik görevlerinizin başında bir akşam klasik müzik konseri izlemek, Stephansdom Katedrali’ni görmek, Hofburg Sarayı’ndan başlayarak Kartner ve Graben caddeleri boyunca yürümek ve tabiiki Wiener şnitzelini yemek geliyor.

Gelelim Viyana Gezi Rehberi gezilecek, görülecek ve yenilecek yerlerin detaylarına… 

Hofburg Sarayı

Hofburg Sarayı, Viyana’nın merkezinde 13. yüzyılda Kraliyet Sarayı olarak inşaa edilmiş ve Habsburg monarşisinin siyasi merkezi olarak bilinmekte. 19 avludan oluşan saray günümüzde ise halen Avusturya başkanına ev sahipliği yapıyor. Viyana Gezi Rehberi’mizin başlangıç noktası olarak sayılabilecek bu sarayın bir bölümü müze olarak ziyarete açık. Eğer müze bölümünü gezmek isterseniz giriş ücreti 13,90 € (19-25 yaş arası öğrenciler 12,90 €, 6-18 yaş arası çocuklar ise 8,20 €)

Demel

Bir kraliyet pastanesi nasıl olur hiç merak ettiniz mi veya hiç bir kraliyet pastanesine gideceğinizi düşündünüz mü? İşte Demel, tam Hofburg sarayını geçtikten sonra kraliyet pastanesi olarak eşsiz tatlıları ile çıkıyor karşınıza. Viyana’nın yeme içme konusunda şnitzelden sonra akla ilk gelen şeyler tatlıları ve kahvesi. Fazla yorulmasanız bile hazır önünden geçerken içerisinde her daim sıra olan Demel’de bir tatlı ve kahve molası vermenizi öneririz. İddia ediyoruz, tatlıların hepsini denemek isteyeceksiniz.

Stephansdom (Aziz Stefan Katedrali)

Biri Viyana’nın merkezi neresi diye sorarsa ve tek nokta gösterecek olursanız, cevap şüphesiz ki Aziz Stefan Katedrali olacaktır. 1147 yılında iki harabe kilise üzerine inşaa edilen katedral Viyana’nın en simgesel yapısı olarak biliniyor. İçini gezebilir ve tepeden bir Viyana manzarası görmek istiyorsanız kulelerinden birine çıkabilirsiniz.

Veba Anıtı

Avrupa geçmişte vebadan ne kadar çekti ise birçok Avrupa şehrinde irili ufaklı veba anıtları görmeniz mümkün. Bu anıtlardan en bilineni ve en büyüklerinden biri ise Viyana’da bulunuyor. Veba Anıtı, Demel’den çıkıp Aziz Stefan Katedraline yürürken ünlü Graben caddesinde karşınıza çıkacak.

Kartner ve Graben Caddeleri

Bir İstiklal Caddesi tadında (eski halleri tabii) olan bu iki cadde Viyana’nın tam merkezinde iki önemli cadde olarak biliniyor. Aziz Stephan Katedrali de tam bu iki caddenin kesişiminde. Eğer tatilde alış veriş de yaparım diyorsanız birçok ünlü dükkanı barındıran bu caddelerde ihtiyacınızı karşılayabilirsiniz.

Hotel Sacher (Cafe Sacher)

Adından da anlaşılacağı üzere burası Kartner caddesi üzerinde bulunan bir otel. Ancak biz burayı Viyana Gezi Rehberi’mize konaklama seçeneği olarak değil, kafesinde o ünlü Sacher Torte’sini deneyimlemek için ekledik. Yoğun çikolatalı bir tatlı olarak karşımıza çıkan Sacher Torte’yi Viyana’da birçok yerde deneyebilirsiniz ancak en yerinde deneyimlemekte fayda var. Sonuçta adamlar tatlıya adını vermiş.

Schönnbrünn Sarayı

Viyana sarayları ile ünlü bir şehir. Şehrin merkezindeki Hofburg Sarayı’ndan sonra listemizde gelen ikinci saray Schönnbrünn. Merkezden yürüyerek ulaşmanızın biraz zor olduğu bu saraya U4 metro hattına binip Schönnbrünn durağında inerek rahatlıkla ulaşabilirsiniz. Kraliyetin yazlık sarayı olarak inşaa edilen ve 1.441 odası ile devasa bir bahçesi bulunan bu sarayın bahçesini ücretsiz gezebilirsiniz. Sarayın müze olarak kullanılan belli bölümünü gezebilmek için ise 22 oda veya 40 odayı içeren tur biletlerinden birini almanız gerekiyor. 22 odayı içeren turun bilet ücreti 14,20 € iken 40 odayı içeren turun bileti 17,50€.

Prater

Viyana’nın fuar bölgesi diyebileceğimiz Messe Prater bölgesinin bu listede olmasının asıl nedeni zamanın nasıl geçtiğini anlamayacağınız lunaparkı. Viyana üniversitesinin de bulunduğu bu bölgede aynı zamanda şehrin tam ortasından geçen ormanlık alan bulunuyor. (Bakın park demiyorum, dikkat.) Biraz eğlenmek ve yeşile duyulan özlemimizi gidermek için doğru adres burası.

Rathaus

Burası aslında Viyana’nın belediye binası, neden gezilecek yerler listemizde olduğunu ise görünce anlayacaksınız. Her pazartesi, çarşamba ve cuma saat 13:00 ‘te yapılan rehberli turlarına ücretsiz katılabilirsiniz. Tura katılmasanız bile dışarıdan görüp mimarisi ile büyülenebilirsiniz.

Hundertwasserhaus ve Kunsthaus

Değişik mimarileri ile Viyana’daki binalardan ayrışan bu binalar, Viyana’nın en çok ilgi çeken turistik binalarının başında geliyor. İki bina da Avusturyalı sanatçı Friedensreich Hundertwasser  tarafından tasarlanmış. Binalar her ne kadar turistik bir aktivite olarak ilgi çekse de içerisinde halen insanların oturduğumı ekleyelim.

Binaları ilk görüşte akla Antoni Gaudi’nin tasarladığı Barselona’daki Casa Mila ve Casa Battlo geliyor, Bay Hundertwasser’in  tasarımlarında Gaudi’yi örnek aldığı da sıklıkla söylenen şeylerden.

Belvedere Sarayı

Viyana Gezi Rehberi’mizin son sarayına geldik. Burası nispeten merkeze biraz daha uzakta kalan ancak Stadtpark metro istasyonundan(U4 hattı) biraz yürüyerek ulaşabileceğiniz bir yer. Upper ve Lower Belvedere olmak üzere ikiye ayrılan sarayın iki bölümünü gezmek istiyorsanız bilet ücreti 20 €. (0-18 yaş ücretsiz.) Bahçesini ise ücretsiz gezebilirsiniz.

II. Dünya Savaşı sonrasında Avusturya’nın özgürlüğünü sağlayan anlaşmaların imzalandığı yer olması nedeniyle sarayın Avusturya tarihinde önemli bir yeri bulunuyor.

Kunsthistorisches Museum (Viyana Sanat Tarihi Müzesi)

1891 yılında Avusturya-Macaristan imparatoru 1. Franz Joseph tarafından açılan Viyana Sanat Tarihi Müzesi, Viyana’nın en büyük müzesi ve dünyada da bu alanda önde gelen müzelerden biri. Eğer müzeşinas bir insansanız tam size hitap edecek bu müzede bir gününüzü bile geçirmeniz mümkün. Mimarisi ile içine girmeseniz bile en azından bir uğramanız noktaların başında geliyor.

Museum Quartier

Adından da anlaşılacağı üzere burası Viyana’nın müzeler bölgesi. Kraliyet sarayına yakın bir bölgede bulunan Museum Quartier’da birbirinden farklı birçok müze, restoran ve kafe-bar bulabilirsiniz. İçinde barındırdığı çeşitlilik nedeniyle her zaman ilgi çeken Museum Quartier’da siz de kendinize göre en az bir aktivite bulacaksınızdır.

Votiv Kilisesi

Ringstrasse üzerinde bulunan ve Neo-Gotik tarzda inşaa edilmiş bu kilisenin ilginç bir hikayesi bulunuyor. İmparator I. Frans Joseph’in bir silahlı saldırıdan kurtulması üzerine kardeşi Ferdinand Maximilian Tanrı’ya minnet amacı ile halka bir çağrı yapmış ve 300.000 kişinin yaptığı bağış ile kilise inşaa edilmiş.

Hava da müsait ise tam önündeki park dinlenmek için çok ideal bir yer.

Viyana Gezi Rehberi Votiv

Naschmarkt

Eğer siz de, arkadaşımız Travel Bakery gibi gittiği şehirlerde Open Food Marketlere uğramadan dönmüyorsanız Viyana’da bu ihtiyacınızı Naschmarkt karşılayacak. 16. yüzyıldan beri bulunan Naschmarkt, Viyana nehri etrafında 1.5 kmlik bir alanı kaplıyor. Viyana geneline göre epey salaş bir ortam sunsa da en azından bir atıştırmalık öğününüzü burada geçirmenizde fayda var.

Karlskirche

Viyana Gezi Rehberi’mizin gezilecekler noktasındaki son noktamız Karl Kilisesi. Mimarisi ile dikkat çeken kiliseye Karlsplatz metro istasyonundan rahatlıkla ulaşabilirsiniz.

İmparator VI. Karl’ın isteği üzerine, 1576-1578 arasındaki cüzzam salgınından hastalanan kişileri umudu olan Kardinal Karl Borromaeus adına yapılmıştır.

Viyana Gezi Rehberi Karlskirsche

…ve son; kocaman tabak boyutundaki Viyana Şnitzeli için Figlmüller:

Özellikle yemeyi sevenler için geldik Viyana Gezi Rehberi’mizin en önemli noktasına. Elbette size Viyana’ya kadar gitmişken ‘Viyana’da şnitzel yemeden döndü’ dedirtmeyeceğiz. Şehrin her yerinde, çoğunlıkla kaliteli bir şekilde yiyebileceğiniz şnitzel için en önerilen adres Figlmüller. Bir tabağı komple kaplayan porsiyonları ve yanındaki efsanevi patates salatası ile akıllarınızda yer edecek bir öğün olacağı kesin. Şnitzelin asıl olarak domuz etinden yapıldığını da belirtelim, eğer bu konuda hassasiyetiniz var ise tavuk veya dana eti ile yapılanlarını da tercih edebilirsiniz. Yemeğinizin yanına ne içeyim derseniz de buraların lokal birası Ottakringer’i şiddetle tavsiye ederiz. Ayrıca, gitmeden önce şuradan rezervasyon yaptırmayı unutmayın, sonra kapıda saatlerce sıra bekleyebilir veya daha kötüsü hiç giremeyebilirsiniz.

…geri dönüş vakti… 

Yurtdışı seyahatlerime ilk başladığımda, geri dönüşler hep bir zor gelirdi. İçimi anlatılamaz bir üzüntü kaplardı. Ancak insan zamanla bu hisse alışıyor ve dönüşler pek de koymuyor insana. Ancak bazı şehirler var ki dünyanın tüm ülkelerini gezin, size o hissi gene yaşatacaktır. İşte Viyana da benim için öyle oldu. Uçağa binerken adeta ayaklarım gitmedi, kalasım yaşayasım geldi. Hatta öyle ki Gezen Kafa’yı açmama sebep oldu. Madem yaşayamıyoruz anısını yaşatalım…

Umarım size de Viyana’dan aynı hislerle ayrılırsınız…

Daha Fazla
İsveç

-15°C Hissettiren 0°C | Stockholm Gezi Rehberi

Nedendir bilinmez İskandinav ülkeleri benim için her zaman ilgi çekici olmuştur. Her seferinde çok gitmek istediğim, hatta dönem dönem yaşama hayallerine girdiğim yerler İskandinav ülkeleri. Buna rağmen geçtiğimiz günlere kadar İskandinavya’ya en yaklaştığım an Amsterdam seyahatimdi. Ama en sonunda geçtiğimiz hafta sonu üç günlük bir Stockholm gezisi yaptım. Aslında Travel Bakery, geçtiğimiz aylarda Stockholm hakkında deneyimlerini yazmıştı. Özellikle Stockholm’de yeme içme konusunu ayrı merak edenleriniz için Travel Bakery’nin Stockholm’ün Şarkısı yazısını okumanızı öneririm. Bu yazı ise daha çok Stockholm 101 dersi niteliğinde; bütçe, konaklama, gezilecek yerlere odaklanacağımız tam bir Stockholm Gezi Rehberi olacak.

Stockholm şehrine bir şubat günü gitmek tam da başlıktaki hisleri yaşattı bana. Uyandığımızda ‘Aaa, ne güzel güneşli bugün’ dediğimiz ancak hava durumuna bakınca o güneşin kendine bile faydasının dokunmadığını anladığımız, derece olarak sıcaklık ne yazarsa yazsın hissedilenin her seferinde -10 civarlarında olması gibi engeller bizi yıldırmadı. Üstelik soğuğa adeta meydan okur gibi (veya manyaklık diyebilirsiniz) tüm şehri yürüyerek gezdik, şehrin gidilebilecek en uzak bölgelerinden biri Ericsson Globe’a bile  yürüdük.

Onca soğuğa, havanın saat 16:00 gibi kararmasına rağmen neden mi tercihimiz Stockholm oldu? Çok net konuşayım; uçak biletleri. 160 TL’ye ülke içinde Adana’ya otobüsle gidip gelmek bile zor iken biz Stockholm’e gidiş dönüş uçak bileti bulunca bu fırsatı es geçemedik. Böylece İskandinav ülkesine gitme hayalimi gerçekleştirmiş oldum. Ek olarak belirtmeden geçemeyeceğim, Stockholm kar yağınca bir başka güzel oluyor. Biz şansımıza hem karsız hem karlı halini görme fırsatını yaşadık.

Uzunca bir giriş paragrafından sonra gelelim Stockholm Gezi Rehberi’mize…

Havalimanından Ulaşım

Uçaktan indik ve artık tam anlamıyla medeniyetin beşiğindeyiz. Hani o ‘Avrupa çok medeni yeaaa’ lafları var ya, öyle bir medenilik değil bu. Herhangi bir Avrupa ülkesinin bile katlarca üst seviyesinden bahsediyoruz.

Havalimanından ayrılmak için en ekonomik çözüm Flygbussarna adlı bir firmanın otobüs seferleri. Arlanda Havalimanından şehir merkezine yolculuğunuz yaklaşık 45 dk sürüyor ve gidiş dönüş 198 SEK, yani yaklaşık 20€ civarına mal oluyor. Evet, maalesef en ucuz çözüm bile 20 € civarı.

Eğer zamandan tasarruf sağlamak istiyorsanız Arlanda Express trenleri ile ulaşım sağlayabilirsiniz, bu tren sadece 20 dakikada şehir merkezine ulaşıyor ancak gidiş dönüşünüz 540 SEK’e mal oluyor. Biletinizi  önceden alırsanız çeşitli indirimler kazanabilirsiniz ancak gene de otobüse göre pahalı bir seçenek. 30 gün önceden alırsanız 392 SEK veya 90 gün öncesinden alırsanız 308 SEK’e mal oluyor. Ek olarak çocuk ve gençler için 25 yaşına kadar indirimli bilet 300 SEK.




Para mı zaman mı kararını verdikten sonra seçiminizi yaparak gitmeden önce biletinizi almanızda fayda var, son dakika havalimanından alırsanız ücretlerde farklılıklar olabiliyor. Açıkçası otobüs de çok uzun sürmediği ve trafik gibi bir dert olmadığı için biz otobüsü tercih ettik. Daha önceden telefonunuza kaydettiğiniz QR kodu okutarak içerisinde WiFi da bulunan otobüslere direk binip şehre rahatlıkla ulaşıyorsunuz.

Konaklama Şeysi

Aslında merkezde hangi bölgede konaklarsanız konaklayın çok uzaklaşmayacağınız için bu seçim tamamen size kalmış. Norrmalm, Östermalm, Gamla Stan ve Södermalm bölgeleri konaklamak için ideal. Gamla Stan buranın Old Town’ı, yani en turistik yeri olduğu için bu bölgede konaklamayı tercih ederseniz diğer bölgelere göre daha yüksek fiyatlar ödemeniz olası.

Trenle veya otobüsle ulaşımın tren istasyonuna olacağını düşünürsek oralara yakın yani Norrmalm bölgesinde konaklamanız ideal olabilir. Biz de tercihimizi bu yönde yaptık ve tren istasyonundan yaklaşık 10 dk yürüme mesafesinde bulunan Generator Hostels’de konakladık. Bakmayın adının hostel olmasına, birçok hotelden bile daha kaliteli bir tesis. İçinde klasik hostel tarzı karma odalar bulunduğu gibi hotel tarzı özel odalar da bulunmakta.

Döviz Bozdurma ve Komisyon Sorunsalı

Stockholm Gezi Rehberi’mizin en önemli konularından biri de para birimi. Bir Avrupa Birliği ülkesi olmasına rağmen İsveç diğer İskandinav ülkeleri gibi kendi para birimini kullanmaya devam eden ülkelerden biri ve ülkenin para birimi İsveç Kronu, kısaca SEK. Eğer cebinizde SEK ile gitmediyseniz İsveç’te ‘döviz bozdurma ve komisyon sorunsalı’ dediğimiz şeyi çok büyük ihtimalle yaşayacaksınız. Benim güzel bankam İsveç Kronu talebimi Norveç Kronu ile karıştırınca son dakika EUR almak zorunda kaldığım için bu sorunsalı bizzat yaşadım. Öncelikle bir cumartesi günü gidiyorsanız ve varışınız 15:00 gibi ise o saatten sonra açık dövizci bulmanız zor ve kötü haber, o döviz büroları pazartesi sabahına kadar açılmayacak. Bulacağınız açık yerler de sizden yüksek komisyonlar isteyecekler.

Günümüz kuru ile 50 EUR yaklaşık 475 SEK ediyor. Ancak siz orada 50 EUR bozdurmak istediğinizde hem düşük alış kurlarından 450 gibi bir rakam hesaplayacaklar hem de üzerine 50 kron gibi bir komisyon isteyip toplamda 400 SEK verecekler. 50 EUR’da toplam 8 EUR gibi bir kayıp demek bu da. Stockholm şehrinde gördüğümüz dövizcilerin çoğu maalesef bu şekilde çalışıyor, o nedenle daha hiçbir harcama yapmadan paranızın gitmesini istemiyorsanız SEK meselesini Türkiye’de halletmekte fayda var. Döviz büroları bu şekilde hareket ettiği için biz çareyi bankamatikten para çekmekte bulduk, bankanıza göre değişecektir ancak benim kullandığım banka 1000 SEK için sadece 25 SEK gibi bir komisyon kesti, dövizcilerden çok daha insaflı…

Bütçe Mevzuları

Prag yazımda Çek Cumhuriyeti, EUR bölgesi olmadığı için Avrupa’daki birçok ülkeye göre daha uygun demiştim. Bu cümle Stockholm Gezi Rehberi’miz için de geçerli olsun isterdim ancak maalesef değil. İsveç net bir şekilde pahalı, hatta çok pahalı, hatta sanırım EUR bölgesindeki tüm ülkelerden bile pahalı.

İskandinav ülkeleri zaten zenginliklikleriyle ve pahalı olmalarıyla meşhurlar, İsveç de bu konuda hakkını veriyor. Basit örnekler vermem gerekirse, içeceğiniz bir kahve 35 SEK, tatlı tarzı atıştırmalıklar 45-50 SEK. Bir barda bira ortalama 90 SEK. Ortalama bir pizza 100 SEK. Güzel bir restoranda yemek yiyeyim derseniz de 200 SEK’den yapıyorsunuz açılışı. Neyse ki su musluktan içiliyor yoksa bir şişe suya da 20-30 SEK vermek durumundasınız.

Kahvaltıyı ucuza getirmek isterseniz en güzel seçenek neredeyse her yerde bulunan 7-Eleven’lardan bir filtre kahve ve kruvasan tarzı bir şey almak. Aynı zamanda her yerde görebileceğiniz Coop adındaki süpermarketlerden alabileceğiniz atıştırmalık ve kruvasanlar bütçenizi hafifletebilir.

Biz konaklama için Generator Hostel’de üç kişilik özel oda için gecesi adam başı yaklaşık 350 SEK ödedik. Yeme-içme, hediyelikler, atraksiyonlar dahil toplam bütçemiz de konaklama ve uçak biletleri dahil 3.400 SEK yani 1400 TL civarı oldu.

Kaç Gün İdeal?

Aslında yazın gidiyorsanız, güzel saatlerde uçak biletleri denk getirdi iseniz (sabahın köründe gitmek ve akşam geç saatte dönmek gibi) ve çok da fazla müze gezmeyecekseniz Stockholm’e bir hafta sonu yetecektir. Ancak bizim gibi bir delilik yapıp kış döneminde gidecekseniz havanın da erken karardığını düşünür isek en az üç günlük konaklamalı bir plan ideal olacaktır.

Nereleri görmeli, Neler Yapmalı?

Stockholm Gezi Rehberi dendiğinde elbette en çok merak edilen yerlerden biri gezilecek, görülecek yerler. Stockholm ilk bakışta küçük bir yer gibi gözükse de görülecek yerler ve yapılacak aktiviteler konusunda gayet zengin bir içerik sunuyor.

İlk olarak dünyanın birçok şehrinde yapamayacağınız bir aktivite ile başlayalım; metro istasyonu gezmek. Evet, yanlış duymadınız, bildiğiniz toplu taşıma istasyonlarını gezmekten bahsediyorum. Stockholm’de bizim gibi her yere yürüyerek gitseniz bile en azından bir kere tek kullanımlık bilet alıp çeşitli metro istasyonlarını gezerek fotoğraflamak en önemli turistik görevlerinizden biri olmalı, aşağıdaki fotoğrafları görünce bize hak vereceksiniz.

Şehirdeki 100 metro istasyonunun 47’si yer altında ve birçoğu sanat eseri olarak tasarlanmış, hepsi birbirinden güzel ama en görülesi metro istasyonları mavi hat üzerinde toplanmış.

Gamla Stan

Burası Stockholm’ün Old Town’ı, şehir ilk kez 1252 yılında burada kurulmaya başlanmış. Avrupa üzerindeki korunmuş en büyük eski şehir merkezlerinden biri olan Gamla Stan’a ilk girdiğiniz andan o tarihi ruha bürünüyorsunuz. Österlånggatan ve Västerlånggatan, Gamla Stan’ın en önemli iki caddesi. Bu caddeler üzerinde birçok cafe, restoran ve hediyelik alacak dükkana rastlayabilirsiniz.

Kısa bir not, hediyelik dükkanların hepsi sanki söz birliği yapmış gibi aynı fiyatlardan satıyor çoğu şeyi.

The Royal Palace

Avrupa’nın en büyük saraylarından biri olan The Royal Palace, Gamla Stan’in kuzey sınırında bulunuyor. Dışarıdan pek de fazla bir şey görebilme fırsatınız olmasa da 600’den fazla odası bulunan bu sarayın müze bölümlerini gezebilirsiniz. Giriş 150 SEK.

Stockholm Cathedral

Stockholm’de görebileceğiniz dini yapıların başında gelen Stockholm Katedrali 1279 yılında inşaa edilmiş. Avrupa’da çeşitli birkaç katedral gördüyseniz pek etkileyici geleceğini sanmasam da buralara kadar gelmişken görmeden es geçmemek gerek. Birçok Avrupa şehrinde kiliselere girmek bedava olsa da burası artık günümüzde turistik bir aktivite haline geldiği için giriş 40 SEK. Gerçi kapıya giriş 40 SEK yazılı büyük kumbaramsı bir şey bırakmışlar, pazar günü ayin vaktine geldiğinden midir bilinmez kimse girişte para verip vermediğinize bakmıyordu. İtiraf ediyorum, biz vermeden geçtik. (Allah’ın evine para mı verilirmiş…)

Stortorget

Tam Gamla Stan’ın merkezinde, Stockholm Gezi Rehberi’lerinde, Stockholm fotoğraflarında sıklıkla denk geldiğimiz renkli renkli binaların olduğu meydan burası. Küçük meydanın etrafında fotoğraflayacağınız şirin binalarla birlikte restoran, kafeler ve Nobel Müzesi bulunuyor.

Nobel Museum

2001 yılında, Nobel Ödüllerinin 100. Yıl dönümünde açılan Nobel Museum tam Gamla Stan’in merkezinde Stortorget meydanında bulunuyor. Dünyanın en prestijli ödüllerinden biri olan Nobel Ödülleri hakkında detaylı bilgi vermeyi amaçlayan müzenin girişi 120 SEK. (Öğrenci 80 SEK, 18 yaşına kadar Ücretsiz)

The German Church

Gamla Stan’da görebileceğiniz bir diğer dini yapı da Tyska kyrkan, yani The German Church. Kilise kış dönemi boyunca sadece çarşamba, cuma ve cumartesi günleri ziyarete açık olduğu için içerisini göremedik ancak dışarıdan etkiliyeci bir mimariye sahip.

Riddarhomen Church

Gamla Stan’in hemen yan adacığı Riddarholmen’de bulunan bu kilise de gene kış dönemi kapalı olması nedeniyle bizleri hayal kırıklığına uğratsa da yaz aylarında girişle birlikte rehberli turlarla gezebileceğiniz bir kilise. (Giriş 50 SEK, öğrenci ve çocuklar için 25 SEK) Kapalı olsa da oralara kadar gitmişken dışarıdan bir görmekte fayda var.

Södermalm

Norrmalm’den yürüyerek çıkıp Gamla Stan’i dikine geçtikten sonra karşınıza çıkan bir diğer ada Södarmalm bölgesini barındırıyor. Burası şehrin en aktif bölgelerinden biri ve Gamla Stan’daki turist yoğunluğu artık burada lokallerle karışmaya başlıyor. En önemli caddesi Götgatan (Lütfen o esprileri aklınızdan çıkarın) etrafında toplanmış aktiviteler, restoranlar, kafeler ile birlikte en az bir gününüz burada geçecektir.

Katarina Elevator

Södermalm’e ilk geçtiğinizde konumu itibariyle direk dikkatinizi çekecek bu alan bir tepeye çıkıp Stockholm’ü fotoğraflayacağınız en güzel yerlerden biri. Adı her ne kadar asansör olsa da merdivenler ile çıkabileceğiniz Katarina Elevator’dan Gamla Stan’in güzelliğini izleyip fotoğraflayabilirsiniz.

Fotografiska

Adından da bir çıkarsama yapılabileceği üzere burası bir fotoğraf galerisi ve Stockholm’ün en ilgi çeken müzelerinden biri. Dönem dönem çeşitli sergiler bulunuyor, gitmeden önce sitelerini incelemekte fayda var. Biz maalesef ki giremedik, artık kısmetse bir dahaki sefere. (Burada yazar Stockholm’e tekrar gitme isteğini göstermeye çalışıyordu…) Giriş 130 SEK, öğrenci 100 SEK.

Drop Coffee

Stockholm Gezi Rehberi’miz çok fazla yeme içme odaklı değil demiştik ama Södermalm’de gezerken yorulup bir kahve molası vermek istediğinizde burası sizin için kurtarıcı olacak. Şehrin her yerinde görebileceğiniz -oraların Starbucks’ı Esspresso House’lardan sıkıldı iseniz, kendinizi son dönemlerde ülkemizde de gittikçe artan 3rd Wave kahve dalgasına bırakmak için Drop Coffee doğru adres.

Kendi kavurdukları kahvelerinden paket halinde evinize de alabilirsiniz, yalnız buranın İsveç ve çok pahalı bir ülke olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Sonra 250 gram kahveye 60 TL (150 SEK) verdik düşüncelerine kapılarak küçük çaplı bir kriz geçirebilirsiniz.

Pelikan

İsveç’e kadar gelmişken kendime ‘İsveç Köfte yemeden döndü’ dedirtmem diyor musunuz, biz dedik. İnternet üzerinde çeşitli araştırmalardan sonra en iyilerinden birinin Pelikan’da olduğunu düşünerek kendimizi bir akşam yemeğinde burada bulduk. İlk başta internetteki fotoğraflardan porsiyonları çok küçük gelse ve acaba değecek mi diye tereddüt etsem de (4 adet köfte) köftelerin büyük olması nedeniyle gayet doyurucu. Sadece bir yerde yediğim için en iyisi midir bilemem ama karşılaştırabileceğim tek şey IKEA İsveç Köftesi olduğu için Pelikan’ın çok çok çok başarılı olduğunu söyleyebilirim. Bir porsiyon köfte ve bira bahşiş ile birlikte size 300 SEK’e mal olacak, ama İsveç’tesiniz. Bunlar gayet normal paralar.

Ericsson Globe & SkyView

Merkezden biraz daha uzaklaşıp Södermalm’in ilerisindeki büyük kara parçasına geçince (bu kez adacık değil) sizi Ericsson Globe karşılıyor. Dünyanın en büyük kübik yapısı olan Ericsson Globe, çeşitli konserler ve gösteriler için kullanılıyor. Akşamları farklı renklerle ışıklandırılan Ericsson Globe’un Götgatan’dan görüntüsü etkileyici bir hale bürünüyor. Burada yapabileceğiniz farklı bir aktivite olarak SkyView’ı önerebiliriz. Stockholm Gezi Rehberi’mizde ‘Küçük bir topun içinde devasa bir topun tepesine çıkmak’ olarak tanımlayabileceğimiz bu aktivite gene Stockholm’ü tepeden görmek isteyenler için geliyor. Ancak şehre çok uzak bir noktada olduğunuz için -hele ki sisli bir kış havasında pek de bir anlamı kalmıyor. Gene de farklı bir aktivite olması nedeniyle denenebilirliği var, yukarıya çıkmak 150 SEK.

Skogskyrkogården

Şehirden iyice uzaklaştığımız bu anlarda karşımıza The Woodland Cemetery çıkıyor. Burası aslında UNESCO Koruma Listesinde bulunan bir mezarlık. Biz oralara kadar gitmesek de SkyView’ın tepesinden görülebiliyor.

Djurgården

Geldik diğer bir adacığa. Şehir merkezinde bununan Djurgården’a yürüyerek, feribotla veya tramvayla ulaşabiliyorsunuz. Stockholm’ün en ünlü müzelerine, restoranlarına ve eğlence parkına ev sahipliği yapan Djurgården’e hem lokallerin hem de turistlerin ilgisi büyük ki yıl boyunca 10 milyon ziyaretçiye ev sahipliği yapıyor.

Vasa Museum

Stockholm Gezi Rehberi’mizdeki şimdiki durağımız olan Vasa Müzesi’ni daha önceden Travel Bakery de anlatmıştı. Normalde çok fazla müze insanı olmasam da bu müze gerçekten ilgimi çekti, çünkü içinde o filmlerde gördüğümüz kocaman savaş gemilerinden birini barındırıyor. 10 Ağustos 1628 yılında ilk seferine çıkan bu gemi, maalesef ilk seferinde çıkan fırtına ile birlikte daha Stockholm’den uzaklaşamadan denizin dibini boylamış. 333 yıl boyunca denizin altında kalan gemi, 1961 yılında tekrardan su üstüne çıkarılmış ve günümüzde de Stockholm’ün en çok ziyaret edilen müzelerinden birinde sergileniyor. Vasa Museum’da sergilenen geminin %95’inden fazlası orijinal parçalardan oluşmakta.

Müzede girişten sonra ücretsiz ingilizce rehberli turlar da olsa kendi gezinizi de çok rahat planlayabiliyorsunuz. Bir müze haritası aldıktan sonra yapmanız gereken tek şey akıllı telefonunuzdan müzenin WiFi’na bağlanarak sitesinden sesli rehberini açmak, haritadaki noktalara giderek ilgili rehberi seçtiğinizde bilmeniz gereken her şeyi telefonunuzdan dinleyebiliyorsunuz. Detaylı bilgi için tık. (Hem de Türkçe.)

Giriş: 130 SEK, öğrenci 110 SEK, 0-18 yaş Ücretsiz

Gröna Lund

Djurgården’de yapabileceğiniz bir aktivite de çocuklar gibi eğleneceğiniz oraların lunaparkı Gröna Lund’a gitmek. Ancak havanın kötü olduğu dönemlerde genellikle kapalı, bu nedenle biz sadece uzaktan bakabildik. En son sitelerini incelediğimde nisan ayı itibariyle açılacağı yazıyordu. Gitmeyi planlıyor iseniz şuradan açıklık durumunu kontrol edebilirsiniz.

Skansen

1891 yılında açılan Skansen, içinde bir de hayvanat bahçesinin bulunduğu İsveç’in ilk açık hava müzesi olarak biliniyor. Yıllık 1.3 milyon ziyaretçi çeken Skansen ayrıca 1903 yılından beri noel dönemlerinde  Stockholm’ün Christmas Marketine ev sahipliği yapıyor. Giriş ücretleri yılın gittiğiniz dönemine göre 120 SEK ile 180 SEK arasında değişiyor. (Öğrenci 100 – 160 SEK) Ayrıca olur da seyahatinizi tam Noel Arifesine 24 Aralık’a denk getirir iseniz giriş ücretsiz. Detaylı bilgi için tık.

ABBA The Museum

Djurgården’de eğer ilginizi çekiyor ise İsveç halkının medar-ı iftiharı ABBA müzik grubuna adanmış bir müze de bulunuyor. Giriş ücreti 195 SEK, ilgimizi çekmediği için biz pek fazla yaklaşmadık.

Stockholm Gezi Rehberi

Parklar & Bahçeler

Söz konusu bir Avrupa şehri olunca her tarafta şehrin yorgunluğunu üzerinizden atabileceğiniz parklar, bahçeler, yeşil alanlar bulunuyor. (Bizim gibi İstanbul’da yaşayanlar için kıskançlık had safhada.) Stockholm de bu geleneği bozmamış. Şehrin etrafında bir sürü park var. Bunlardan bazıları Kungsträdgården, Humlegården ve Vassaparken.

Kış aylarında giderseniz bu parklarda birer buz pateni pisti ile karşılaşmanız olası ve her daim insanlar buralarda buz pateni yapıyor. O kadar güzel kayıyorlar ki ilk gün çok hevesli iken hiç buz pateni yapmamış insanlar olarak son gün düşüp bir tarafımızı kırmamak için vazgeçtik bu hevesimizden. Ama hevesli iseniz yapın, bizim içimizde kalmadı desek yalan olur.

Stockholm Public Library

Stockholm Gezi Rehberi’mizde son durağımız Stockholm halkının kütüphanesi. Halk kütüphanesi olduğu için giriş ücretsiz. Fazla turistik olmasa da (içeride kitap okuyan insanların arasında tek fotoğraf çeken bizdik.) merak ettiğimiz için halk kütüphanesine de bir uğradık, iç geçirdik, bizde neden yok dedik ve yaşlı gözlerle oradan uzaklaştık. İlgilisi için içeride İngilizce kitap bölümünün olduğunu da ekleyelim.

Stockholm Halk Kütüphanesi - Stockholm Gezi Rehberi

Not: Gittiğiniz şehirlerde Hard Rock Cafe’lere uğramayı sevenlerdenseniz Stockholm’deki tam kütüphanenin yanında. Kısa bir mola vermek için ideal. 

Eğer hala Stockholm Gezi Rehberi’mizi okumaya devam ediyorsanız Stockholm’ün gerçekten ilk görünen halinden çok fazlasını sunduğunun farkına varmış olmalısınız. Stockholm her mevsim ayrı güzellikler sunabilen bir şehir ve kesinlikle bir kere görülmeyi hak ediyor.

Bir sonraki seyahatte görüşmek üzere…

Daha Fazla
Çek Cumhuriyeti

Ortaçağdan Günümüze: Prag Gezi Rehberi

Prag Gezi Rehberi başlıklı veya Çek Cumhuriyeti ile ilgili yazılarda ‘Ortaçağ’ kelimesi sanki bir klişeymiş gibi sürekli karşımıza çıkar. Bizim de Çek Cumhuriyeti ile ilgili bir önceki yazımızın adı da Ortaçağ Kaçamağı: Cesky Krumlov olmuştu. Ancak aslında bu kesinlikle bir klişe veya düzkalıp bir tanım değil, söz konusu Çek Cumhuriyeti olunca ‘ortaçağ’ kelimesi gerçekten tam manasıyla cuk oturuyor.

Prag, ülkemize yakınlığı ve Orta Avrupa turlarında uygun bir seçenek olması nedeniyle Türk vatandaşlarının en çok tercih ettiği yurtdışı destinasyonlarından biri. 2012 yılında ilk yurtdışı seyahatim bir Orta Avrupa turu olduğu için benim de yurtdışında ilk gittiğim şehirlerden biri. İlk gittiğim yerlerden biri olması nedeniyle mi bilinmez, Prag beni her zaman bir başka büyülemiştir. Bu sebeple bu sene ikinci kez gittiğimde o büyülü havayı yakalayıp yakalayamayacağıma dair bir merak içindeydim. Açıkçası o ilk havayı yakalayamadığım bir gerçek ancak Prag’ın gene de büyülü bir şehir olduğu gerçeği değişmedi. O zaman gelelim detaylı Prag Gezi Rehberi’mize.

Havalimanından Ulaşım

Uçaktan indik, Çek Cumhuriyeti topraklarına ayağımızı bastık. İlk belirlememiz gereken şey havalimanından şehre nasıl ulaşacağımız. Genel olarak can sıkıcı masraflara mal olan havalimanı ulaşım Prag’da o kadar da canınızı sıkmayacak. Airport Express adında 30 dk bir kalkan otobüslerle şehir merkezine 30-40 dk arasında ulaşmak gibi bir şansınız var ki bilet fiyatları sadece 60 Çek Kronu. Bu da yaklaşık 2,25 € demek. Bilet ücretini Çek Kronu olarak otobüsün sürücüsüne ödeyip otobüse atlayabiliyorsunuz. Bu otobüsler ile Prag’ın ana tren istasyonu Hlavni Nadrazi’ye ulaşabilir, oradan da gideceğiniz yere göre metroyla veya yürüyerek istediğiniz yere ulaşabilirsiniz.

Konaklama Şeysi

Prag’da çok şehir dışına çıkmadıkça aslında her yere yürüme mesafesinde olacaksınız. Konaklama için eski şehir, Mustek metro istasyonu etrafında bir yer veya Charles Köprüsünün diğer ayağı olan Mala Strana bölgesini tercih edebilirsiniz. Biz tam Wenceslas Meydanı ile Eski Şehir arasında kalan Jindrisska adlı bir caddede bir ev tercih ettik ve her yere yürüyerek ulaşabildik. 4 gece için 4 kişi kaldığımız ev için yaklaşık 900 TL ödemiştik, kişi başı gecelik 56 TL’ye denk geliyor ki bu da böyle merkezi bir yerde güzel bir ev için gayet ideal.

Prag Gezi Rehberi

Döviz Bozdurma ve Komisyon Sorunsalı

Prag Gezi Rehberi’mizin en önemli konularından biri para birimi. Çek Cumhuriyeti, her ne kadar Avrupa Birliği ülkesi olsa da ülkenin ekonomik durumu nedeniyle daha € para birimine geçmiş değil, ülkenin yerel para birimi Çek Kronu. Türkiye’de bulmanız sıkıntı olan bir para birimi olduğu için de € ile gidip orada bozdurmak durumunda kalıyorsunuz, ancak dikkat: Genel olarak dövizciler komisyon alıyor. €‘u düşük kurlardan çevirip üzerine yüksek komisyon alan bir dövizciye denk gelmeniz çok olası. Bu sebeple 0 komisyon yazan dövizcileri aramanızı öneriyoruz.

İlk olarak havalimanında otobüse binmek için yanınızda kron olması gerekeceğinden burada biraz komisyon yemek zorunda kalacaksınız, bu sebeple havalimınında 10 – 20 € dan fazlasını bozdurmamanızı öneririz. Şehre geldiğinizde eğer bir döviz bürosunun önünde sıra görüyorsanız büyük ihtimal orası komisyonsuz ve iyi kurdan bozduran bir döviz bürosudur, paralarınızı buralarda bozdurabilirsiniz. Bir de küçük bir öneri, eğer harcayacağınızdan emin değilseniz yüksek tutarlarda bozdurmanıza gerek yok. Sonra o döviz büroları 50 – 100 eur dan aşağı banknot yok diyip cebinizde kalan kronları almayabiliyor ve kalan paranızı bizim gibi markette abur cubura yatırabilirsiniz.

Bütçe Mevzuları

Çek Cumhuriyeti, € bölgesi olmadığı için Avrupa’daki birçok ülkeye göre daha uygun. Bu da demek oluyor ki gezinizi çok düşük bütçelere mal edebilirsiniz. Konaklama kısmında da bahsettiğim gibi, 4 günlük konaklama 225 TL’ye mal oldu. Dört gün için biz tam 100 € civarı bozdurduk ve gezi bittiğinde cebimizde halen 20-3o € ‘a denk gelen 500 Çek Kronu bulunuyordu. Tekrardan €’a çeviremediğimiz için onu da markette harcamak zorunda kaldık. Tabii, evde kalmamızın verdiği rahatlıkla kahvaltıları ve 1-2 akşam yemeğini evde kendimiz hazırlamamız bütçeyi biraz daha hafifletti.

Eskiden sadece THY uçtuğu için uçak biletleri biraz pahalıydı ancak artık Pegasus’un da uçuşları bulunduğu için kampanyalar ile uçak biletini de uyguna getirmek mümkün.  Ekim ayı için uçak biletini 270 TL’ye almıştık. Biz dört günlük geziyi 850 TL civarı bir bütçe ile kapadık ancak ortalama bir hesaplama ile vizeniz de olduğunu varsayarsak 2-3 günlük Prag gezinizi 600-700 TL’ye mal etmek mümkün. (Malum döviz kurları biraz arttı.)

Kaç Gün İdeal?

Prag aslında olabildiğince kompakt bir şehir olarak karşımıza çıkıyor. Düzenli bir planlama ile şehirde görmeniz gereken tüm turistik yerleri tam bir günde bile gezebilirsiniz, ancak çok sıkmaya gerek olmadığı için iki günlük program ideal olacaktır. 3 gün veya daha fazla bir planlama yaptı iseniz de göreceğiniz yerler biraz tekrara girebilir. bu süre Bu nedenle 2 gün sonrası için Prag etrafındaki yerlere bakmanızı öneririz. (bkz. Cesky Krumlov veya Kutna Hora.) Tabii ben şehirdeki tüm müzelere giderim, her şeyi detaylı incelerim diyenlerdenseniz daha fazla vakte ihtiyacınız olabilir.

Prag Gezi Rehberi

Prag Gezi Rehberi için ideal bir program aşağıdaki gibi olabilir…

Gün 1: Eğer sabah uçakla yola çıkıp geldiyseniz öğlen vaktine kadar zamanınız şehre ulaşım, otele yerleş vs ile geçecektir. Sonrasında ilk günü fazla uzaklara gitmeden şehir merkezini gezerek geçirebilirsiniz. Mustek metro istasyonu civarında bir yerden başlamak ideal olacaktır. Buradan yürüyerek Wenceslas Meydanı, Astronomik Saat Kulesi, Old Town Meydanı, Tyn Church, Charles Bridge, Powder Tower ve Cumhuriyet Meydanını gezebilirsiniz.

Gün 2: Gezinize Prag Kalesinden başlayıp Charles Bridge’e doğru uzanan yolda St. Vitus Kilisesi, Golden Lane, St. Nicholas Kilisesi, Kafka Müzesi ve Lennon Wall’ı gezerek Charles Bridge’e bir de diğer yakadan bağlanabilirsiniz. Sizin temponuza göre bu gezi yarım gün de sürebilir tam gün de. Yarım gün sürdüğünü düşünürsek, Charles Bridge’den Petrin Tepesine çıkan teleferike doğru yönelebilir, Prag’ın büyüleyici manzarasını bir de Petrin Tepesinden görebilirsiniz. Petrin Tepesi’nden indiğinizde ise Dancing House’a doğru yürüyüp Avrupa’nın en ilginç mimari yapılarından birini görebilirsiniz.

Prag’da Yemece İçmece

Çek Cumhuriyeti mutfak olarak bize biraz ters kaçan bir yer, o nedenle yemek konusunda biraz zorlanmanız olası. Genel olarak tüm yerel mutfak domuz eti üzerine ve en lüks restorana gitseniz bile ağır bir koku sizi karşılayabilir. Bu sebeple Prag Gezi Rehberi’mizde bizin de fazla önerebileceğimiz bir mekan bulunmuyor yemek konusunda. Ancak bira seviyorsanız, çok doğru bir yerdesinisiz.

Onlarca, hatta yüzlerce bira çeşidi bulabileceğiniz bir mekan önerimiz var şimdi; Prague Beer Museum. Burası aslında bizim ülkeden alışageldiğimiz öğrenci tarzı barlara benzeyen bir yer, ama adından da anlaşılabileceği gibi tam bir bira müzesi. Menüsünde bulunan yaklaşık 50 çeşit fıçı biradan seçeceğiniz tadım menülerinde çok eşsiz biralar tadabilirsiniz, ne seçeceğinizi menüden uzun uzun açıklamaları okuduktan sonra karar verseniz de insan hepsini denemek istiyor. Biz her vakit bulduğumuz akşam soluğu burada aldık. 10’lu bir tadım menüsü sizin seçtiğiniz içeceklere göre 350 çek kronu civarı tutuyor. (1.5 litre)

Biraz da detay…

Old Town Meydanı

Prag Gezi Rehberi’mizin ilk durağı tabii ki Old Town Meydanı. 1992’den beri UNESCO Dünya Mirasları listesinde bulunan Prag eski şehrinin merkezi olan bu meydan Prag’ın birçok simgesel yapısını da etrafında bulunduruyor. Wencelas Meydanı ile Charles Köprüsünün arasında yer alan eski şehir merkezinde Astronomik Saat Kulesi, Tyn Kilisesi gibi birçok simgesel yapıyı görebilirsiniz. Meydanda ayak üstü yöresel Çek yemekleri yiyebileceğiniz ve bira alabileceğiniz standlar da bulunmakta.

Astronomik Saat Kulesi

Prag Astronomik Saat Kulesi, Prag’ın en çok ilgi çeken turistik yerlerinin başında gelir. Bu saat dünyanın en eski üçüncü, şu anda aktif olarak çalışan en eski astronomik saat kulesi olarak bilinmektedir. Yapımı 1410 yılına uzanan aaat üzerindeki 12 saat dilimini 12 burcun sembolleri simgeler. Her saat başı çeşitli animasyonlarla ziyaretçilerin ilgisi her zaman üst seviyededir. Ayrıca kulenin tepesine çıkarak Prag’ın eski şehrinin manzarasını bir de buradan izleyebilirsiniz.

Tyn Kilisesi

Eski Şehir Meydanında bulunan en büyüleyici yapılardan biri ise Tyn Kilisesidir. Dışarıdan aşırı büyüleyici gözüken bu yapının içine girince o büyüleyiciliğini biraz yitirdiğini söyleyebiliriz, ancak özellikle akşam saatlerinde muhteşem ışıklandırmasıyla dışarıdan saatlerce bakılası bir görüntü oluşuyor. Büyüleyici gotik mimarisi ile 14. yüzyıldan beri Prag’ın ana kilisesi olan yapının kuleleri 80 metre uzunluğundadır.

Prag Kalesi

Prag Gezi Rehberi’nin en önemli noktalarından biri de Prag Kalesi. Tarihi 9. yüzyıla kadar uzanan Prag Kalesi ayrıca Çek Cumhuriyeti başkanının resmi ikametgah adresidir. Tarih boyunca, Bohemya Kırallarına, Roma İmparatorlarına ve Çek Cumhuriyeti başkanlarına ev sahipliği yapmıştır. Guinnes Rekorlar Kitabına göre 70.000 metre kare alanı ile birlikte Prag Kalesi dünyanın en büyük tarihi kalesidir. Yıllık 2 milyona yakın ziyaretçiye ev sahipliği yapan kale Prag ve Çek Cumhuriyetinin en çok ziyaret edilen yerlerinden biridir. St. Vitus Katedrali, Eski Kraliyet Sarayı ve Altın Yol gibi yapılar Prag Kalesi kompleksi içerisinde yer almaktadır.

Ayrıca tarihle biraz ilgisiz ancak belki de dünyanın en güzel manzarasına sahip Starbucks’ı tam Prag Kalesinin girişinde bulunuyor, gitmişken bir soluklanıp o güzelim manzaraya karşı kahvenizi içmeniz önerilir.

St. Vitus Katedrali

Gotik mimarisi ile öne çıkan bir diğer yapı olan St. Vitus Katedrali, Çek Cumhuriyeti sınırları içerisindeki en büyük ve en önemli katedraldir. Yapımı 930 yılına kadar uzanan yapıda birçok Bohemya Kralının ve Roma İmparatorunun mezarı bulunur.

Charles Köprüsü

Tarihi Charles Köprüsü, Vlatva nehrinin iki yakasını birbirine bağlar ve Eski Şehir Meydanı ile Prag Kalesi arasında bir bağlantı görevi görür. Yapımına 1357 yılında başlanan köprünün tamamlanması 15. yüzyılın başlarını bulmuştur. Köprü üzerinde barok stilinde 30 adet heykel bulunmaktadır. Orijinal heykeller zamanla zarar görmemesi için replikaları ile değiştirilmiştir. Biz Türkler açısından dikkat çekici bir yanı da köprü üzerinde bulunan heykellerin biri bıyığı ve palası ile dikkat çeken ‘Zalim Osmanlı’ adıyla bilinen heykeldir.

Petrin Tepesi

Prag kalesinin komşu tepesi diyebileceğimiz Petrin tepesi 327 metre yüksekliği ile Prag’ın manzarasının en iyi izleneceği yerlerden biridir. Tepeye teleferik ile çıkılabileceği gibi yürüyüş sevenler için güzel yeşillik bir yoldan da çıkmak mümkün. Petrin Tepesi’nde Eyfel Kulesi’ne benzeyen 63.50 metre uzunluğunda mini bir gözlem kulesi de bulunur, buraya çıkarak manzarayı daha net bir şekilde izleyebilirsiniz. Tepede ayrıca birbirinden ilginç aynalarla kendinizin komikli halini görebileceğiniz Mirror Maze adında bir yerle St. Lawrance Katedrali ve bir de gözlemevi bulunmaktadır.

…ve Prag Gezi Rehberi’mizde bahsedemediğimiz daha birçokları. Prag gezinizde sizleri büyülemeyi bekliyor olacaklar. Bir sonraki seyahatimizde görüşmek üzere.

Prag’a farklı bir açıdan bakmak isterseniz bir de Kooplog’un Prag’da Gezilmesi Gereken Favori Yerler ve Mekanlar yazısını okumanızı öneririz.

Daha Fazla