close

Amerika

AmerikaAmerika Birleşik DevletleriGezi Planları

Amerika Doğu Yakası – Gezi Planı | Gezilecek Şehirler

Amerika Birleşik Devletleri’nde bir gezi planı yapmaya kalkıştığınızda, Avrupa’da herhangi bir veya birkaç ülkede gezi planı yapmaktan çok daha zorlu olacağını fark edeceksiniz. Bunun başlıca sebebi elbette Amerika Birleşik Devletlerinin sadece kendi başına bir kıta büyüklüğünde olması ve görülecek çok fazla yer olması. İki haftalık bir gezide nereyi görsem, nerelere gitsem diye düşünürken elbette bir yerleri atlamak zorunda kalacaksınız ve seçiminize göre belirli bir rota çizeceksiniz. Amerika Doğu Yakası Gezi Planı adlı yazımız işte tam bu rotayı çizmenize yardımcı olacak. Geçen sene toplam 17 gün süren gezimin planı umarım sizlerin de planlarına fayda sağlayacaktır.

Universal BL

Amerika Doğu Yakası’nı aslında kuzey ve güney olarak iki kısma ayırmak mümkün. Benim de gezimin Part I olarak adlandırdığım bölümü güneyi temsil ederken Part II kuzeyi temsil edecek.

Amerika Doğu Yakası – Part I

Gün 1: İstanbul – Atlanta

Baştan kabul ediyorum, Atlanta hayatınızda görebileceğiniz en turistik yerlerden biri değil, hatta neredeyse hiç turistik değil. Bu konudan Hafif Turistik Şehir: Atlanta yazımızda bahsetmiştim. Ancak ailevi sebeplerden dolayı (oralara kadar gitmişken orada yaşayan kuzenimi de ziyaret etmek istediğimden) ben gezimi buradan başlattım. Seyahatimin 1. Günü yaklaşık 12 saatlik bir uçuş ile Atlanta’ya vardım.

Büyük ihtimalle geziniz Atlanta’dan başlamayacaktır, ancak bir doğu yakası gezisi planlıyorsanız seyahatinizi Miami veya bu gezi planının son durağı olacak New York’tan başlatabilirsiniz.

Atlanta

Gün 2: Atlanta – Savannah – Atlanta

Aslında seyahatinizi Atlanta’dan başlatmayacağınızı düşünürsek direk üçüncü güne geçebiliriz. Ancak bu coğrafya yakınlarına gelir iseniz Savannah görmeniz gereken yerler konusunda bir adım öne çıkıyor, Atlanta’dan yaklaşık 350 km uzaklıkta bulunan bu kasaba Georgia eyaletinin ilk yerleşim yerlerinden biri ve gerçekten tarihi bir doku sunuyor. (ABD’de az karşılaşacağınız cinsten.) Ayrıca meraklısına, Forrest Gump filminde Tom Hanks’in oturduğu, otobüs beklediği bir bank vardır hani, işte o da tam bu kasabada çekilmiş.

Savannah Port

Gün 3: Atlanta – Orlando

Artık benim için kuzenin yanından ayrılıp A.B.D.’yi tam anlamıyla keşfetme zamanıydı. Bunun için bir araba kiralayıp Orlando’ya doğru yol aldım. Atlanta – Orlando arası yaklaşık 700 km. A.B.D.’de yollar mil ile ölçüldüğü için ilk bakışta 400 görüp, 3-4 saat arasında gideceğinizi düşünmek olası. Açıkçası bu sisteme alışmak biraz zaman alıyor.

Molalar falan derken bu yolculuk 7-8 saat arası sürüyor. (Otoyollarda hız limiti maksimum 75 mil’e çıkıyor.) Ayrıca buradaki  iklimden dolayı yollarda daha önceden hiç tanık olmadığınız yağmurlara denk gelebiliyorsunuz. Öyle şiddetli yağıyor ki bir adım ötesini göremiyorsunuz, hatta zaman zaman araçlar kenara çekip yağmurun dinmesini bekliyor, o derece. Akşama doğru Orlando’ya vardıktan sonra otele yerleşip -sözde ucuz alışverişin olduğu ve bir outlet cenneti olan Amerika Birleşik Devletlerindeki ilk outlet maceramı yaşıyor (Premium Outlets International Drive) ve pek de ucuz olmadığını görüyorum, küçük bir not; Doları TL’ye çevirmezseniz her şey çok güzel…

Hulk The Ride - Universal Islands of Adventure

Gün 4 – 5: Orlando

Orlando tam bir tema parkı cenneti. Bu nedenle aslında Orlando’ya bir hafta ayırsanız bile yetersiz kalabilir. Universal Studios, Disneyworld vb. gibi birçok parkta vakit geçirmek isteyeceğinizi düşünüyorum. Ancak 15 günlük seyahatinizin yarısını buraya ayırmak ister misiniz orası bilinmez tabii. Ben de bir seçim yapmak zorundaydım ve tercihimi Universal’dan yana kullandım. Bu iki gün boyunca Universal Islands of Adventure tema parkı ile Universal Studios’u baştan aşağı bazı aşırı beğendiğim aktiviteleri iki kez yaparak gerçekleştirdim. Universal ile ilgili videolarım ve yazım hala yolda, ancak bu iki güne değdi mi diye sorarsanız cevabım kesinlikle evet.

Harry Potter

Gün 6: Orlando – Miami Beach

Orlando için de vaktin sonuna gelirken sabah kahvaltısından sonra otelden ayrılarak Amerika Doğu Yakası’nın en dikkat çeken noktalarından birine, Miami Beach’e geldim. 3-4 saat arası süren bir yolculuktan sonra Eylül ortasında 40 derece sıcaklık beni karşıladı. Her ne kadar o sıcakta yürüyüp gezmek zorlu bir iş olsa da Ocean Drive’da 1-2 tur atıp oranın enerjisini hissetmeniz gerek.

Gün 7: Miami Beach

Çok fazla deniz tatili sevmediğim için aslına bakarsanız Miami Beach’te yapacak çok bir şey bulamadım. Etraftaki mekanlarda takılmak dışında o sıcakta pek fazla seçenek kalmıyor. Sırf okyanusta yüzdüm diyebilmek için Miami Beach sahillerine gidip kısa bir deniz sefası yaptım tabii.

Miami Beach’te haliyle kimse anıt, tarihi yer gezeyim kafasında değil ancak burada Yahudi soykırımına ithafen yapılmış çok güzel bir anıt bulunuyor. Bence bir uğrayın…

Holocaust Memorial - Miami Beach

Gün 8: Miami Beach – Daytona Beach

Aslında artık Atlanta’ya dönüş vakti, ancak 1.000 km uzakta olduğum için yolu ikiye böldüm. Daytona Beach’te tam bir dinlenme molası verdim diyebiliriz. Ayrıca Miami’de 40 derecenin altında hasta olmayı başardığım için bu ara bana çok iyi geldi.

Daytona Beach öyle fazla ilgi ve turist çeken bir şehir olmadığı için konaklama da Amerika’nın geneline göre çok uygundu, bu sebeple Amerika seyahati içindeki en lüks konaklamamı burada gerçekleştirdim. Ayıptır söylemesi kaldığım odanın manzarası şöyleydi;

Days Inn Oceonfront - Daytona Beach

Gün 9: Daytona Beach – Atlanta

Evet, bir kez daha en turistik şehre geri döndüm. Arabayı Atlanta’dan kiraladığım ve buraya bırakmak için ikinci kez uğradığım Atlanta bu sefer bir geçiş noktası oldu benim için.

Amerika Doğu Yakası – Part II

Gün 10: Atlanta – Washington DC

Artık kuzeye geçme vakti geldi. Atlanta’dan uçak ile 2 saat yolculuğun ardından Washington DC’ye geçtim. Uçak biletini millerim ile United Airlines’tan aldım. Washington DC A.B.D.’nin -Ankara’ya hiç benzemeyen başkenti ve tüm seyahatim boyunca gördüğüm en yaşanabilir, en güzel A.B.D. şehri.

Öğleden sonra Washington DC’nin o filmlerde hep gördüğümüz anıtlarını görmekle geçti.

Kısa bir not, Washington DC’de birkaç tane havaalanı var, uçuşunuzu seçerken Ronald Reagan’a denk getirmeniz şehir içine ulaşımınızda büyük fayda sağlayacaktır. Ben kalacağım hostel’e UBER ile ulaştım, evet A.B.D. gerçekten özgürlüklerin ülkesi ve burada insanlar UBER sürücüsü diye dayak yemiyor.

Amerika Doğu Yakası - Lincoln Memorial

Gün 11: Washington DC

Başkent yarım günde bitmiyor tabii. Sabah Capitol turu ve birkaç Smithsonian müzesini gezdikten sonra yürüyerek Georgetown kısmına geçtim, bir köprüden geçtim ve adeta sanki şehir değişti. Öyle bir renk, öyle bir mimari bir değişim ki Georgetown ilk girdiğim andan beni acayip etkiledi.

Olur da Washington DC’ye gider Georgetown’a uğramadan dönerseniz çok şey kaybedersiniz, benden demesi.

Georgetown - Washington DC

Gün 12: Washington DC – New York City

Artık başkentten ayrılmanın vakti ve belki de Amerika Doğu Yakası’nın en heyecan verici şehrini görme sırası geldi, New York City! Ulaşım için bu kez treni tercih ettim, DC’den yaklaşık dört saatlik bir tren yolculuğu sonrası New York’ta idim. Tren biletleri için Amtrak firmasının internet sitesini inceleyebilirsiniz.

Birçoklarının aksine New York’u o kadar da fazla sevmedim aslına bakarsanız, benim için çok sesli bir şehir. Ancak trenden inip o New York’a ilk ayak basış anındaki hisleri anlatmak gerçekten çok güç. Öyle ki; bir yere ilk defa gidiyorsunuz ancak ayak bastığınızda sanki orayı tanıyorsunuz. Hislerimi anlatırken arkadaşlarıma ’Sanki 30 sene önce kaybolan çocuğumu bulmuş gibi sevindim’ dedim. Gerçekten bu hissi sanırım ilk kez New York’a gittiğinizde hissedeceksiniz.

Bethesda Fountain - Central Park

Gün 13 – 16: New York City

Amerika Doğu Yakası’nın en heyecan verici şehri olduğu için haliyle en uzun zamanı da New York’a ayırdım. Ama yetmedi. New York’ta görülecek, yapılacak o kadar şey var ki… Her sabah bir plan yapıp hostel’den öyle çıksam da çoğu zaman planıma uyamadım ve spontane gelişti her şey. New York’ta bulunduğum toplam beş gün Manhattan adası dışına çıkmama çok fazla izin vermedi.

New York

Bu arada New York’ta özel bir yeme deneyimi için Bir New York’lunun Gizli Mutfağı, yapılacak aktiviteler için ise New York’un Yaşanacaklar Listesi yazılarımızı okuyabilirsiniz. Detaylı rehberimiz ise yakında…

Gün 17: New York City – İstanbul

Uçuşum akşam saatlerinde olduğu için bugünü de tamamen New York’u gezerek geçirdim. 17 günün sonunda ayrılacağım için biraz hüzün, deli gibi gezdiğim için baya bir yorgunluk, böyle bir tecrübe yaşadığım için ise inanılmaz mutlu hissediyordum. Until next time…

Brooklyn Bridge

…İstiklal Marşı ve Kapanış!

17 günlük Amerika Doğu Yakası macerası sonrası evdeydim. Sınırlı vakitten dolayı görmek istediğim ancak göremediğim birçok yer de oldu tabii. Bunlardan bazıları Key West, Philedelphia, Chicago, Niagara Falls. Özellikle Part I güney kısmında Atlanta’ya uğramaz iseniz (ki büyük ihtimal uğramazsınız…) seyahatinize Miami’den başlayıp Key West’i programınıza rahatlıkla ekleyebilirsiniz. Kuzeydeki diğer şehirlere gitmek için ise Part II kuzey kısmını biraz daha uzun tutmanız gerekebilir. Keyifli seyahatler…

Daha Fazla
Gezi İpuçları

#tbt – Cruise

Tbt neydi? #tbt “soğuk ve yağmurlu kış gecelerinde yaza duyulan özlem”di… #tbt “belirsizliklerde geçmişin belirliliğinin güvenini hissetmek”ti… #tbt “geçmişte yaptıysam gelecekte bunun alasını yaparım ben”di. Yani “umut”tu…

Sevgili gezenkafa.com okuyucuları #tbt’yi 56 defa cümle içinde kullandıktan sonra 2016’nın son yazısı olan Gurur ve Önyargı adlı cruise yazımın devamına, yani Haiti-Jamaika ve Cozumel’i size anlatmaya geçebilirim.

Haiti

Aslında Haiti dendiğinde ben öz hakiki Haiti adasına gideceğimizi sanmıştım. Meğerse Royal Carribean’ın kendi adasına gidiyormuşuz. Yaklaşık 1,5 günü denizde geçirdikten sonra güneşli bir sabah karaya ayak basmak çok iyi geldi. Karaya ayak basmadan önce gemide uzun ve çok ciddiye alınan bir güvenlik / acil durum eğitiminden geçtik. Tek tek toplanma yerleri, can yelekleri, hangi işaretleri nasıl takip edeceğimiz tam bir Amerikan detayında defalarca net bir şekilde anlatıldı. Bu ayrıntıdan memnun olsam da kısa bir an okyanusun ortasında başıma bir şey gelse ne yaparım diye panik olmadım değil. Ama sakın siz bu satırları okurken panik olmayın, zira gemi değil adeta yüzer bir plaza olan Allure of The Seas’te başınıza bir şey gelmesi mümkün değil.




Gemiden indiğimizde güneşli ve bol yerel müzikli bir karşılama oldu. Özellikle benim yaptığım gibi belirli ülkelere gidiyorsanız mutlaka ekstra tur almanız gerekiyor. Gemilerin yanaştığı yerler maalesef Türkiye’deki Karaköy Limanı gibi değil, merkeze baya uzak yerler.

Haiti’de şnorkel turu almıştım. Benim gibi tur alanların toplandığı ve beklediği bir alan var. Gemiden inince yönlendirmeler ile oraya yürüdüm. Yaklaşık 10 dakilalık bir beklemeden sonra, bizi şnorkel ile dalacağımız yere götürmek üzere orta büyüklükte bir tekne geldi. Bu arada dalmak deyince aklınıza tüplü profesyonel dalış gelmesin, bildiğiniz şnorkeli ve paletleri dağıtıyorlar. Siz fazla açılmadan denizde takılıyorsunuz. Bu etkinlik yaklaşık 30-45 dk arası sürdü. Çok efsane bir şey gördüm mü hayır? Sonrada bizi aldıkları yere bıraktıklarında aslında adanın küçük olduğunu ve kolayca gezilebileceğini fark ettim. Özetle Travel Bakery der ki; “Ola ki böyle bir tura katıldınız, Haiti için ekstra tur almayın!”

Turdan sonra kendime şezlonglu bir koy buldum ve güneşlenip denizin keyfini çıkarttım. Deniz dalgalı ve mercanlı aslında. Aklınıza Bodrum-Fethiye gibi bizim billur koylarımız gelmesin. Ama yine de okyanusta yüzüyorum dedim mi dedim. (Gülücük)

Ada şirkete ait olduğu için yemek kısmını da orada açık büfe ile çözmüşler. Bir kuponunuz var ve onunla açık büfe alanından salata, et ve içki alabiliyorsunuz. Burada çok yerel bir yemek yediğimizi söyleyemem biraz daha Amerikan mutfağına yakın bol yağlı barbekü kafasındaydı.

Yemekten sonra adayı biraz daha gezip, hediyelik eşya dükkanlarını da gördükten sonra gemiye dönme saatimiz yaklaştığından limana geri yürüdüm. Ufak bir hatırlatma, her ne kadar ada şirketin olsa da yine de gümrük kuralları geçerli. Gemiye binerken çantalar didik didik tarandı ve denizden topladığımız garip kabuklular ile meyve vb yiyecekler gemiye alınmadı. Bunu aslında geminin sağlığını güvende tutmak için yapıyorlar. Zira gemiye binerken hepimiz tek tek pürel benzeri antibakteriyel sıvılarla temizlendirildik. Bence iyi de bir şey, sonra Hayalet Gemi filmindeki gibi okyanuslarda kaybolmayalım!

Jamaika

Gemimiz gün batımında limandan ayrıldı ve geceyi denizde geçirerek ertesi sabaha Jamaika’da uyandım. Balkonlu kabinde olmanın getirdiği artılardan biri de gemi ayrılırken ve yanaşırken bütün olayları rahatlıkla ve konforla izleyebiliyor olmanız.

Jamaika gerçekten Jamaika! Küba’nın az yanında, reggae’nin anavatanı ve Bob Marley’in doğduğu ülke. Zaten limandan şehre giderken bu dokuyu yoğun bir şekilde hissediyorsunuz.

Yine bir şnorkel turu beni bekliyordu. Açıkçası her liman için 50’den fazla ekstra tur alternatifiniz var. Burada turları kendi önceliğinize göre seçmeniz de önemli. Tarihi bir yeri görmek de isteyebilirsiniz, denizde dalmayı da…

Aracımız yaklaşık 45 dakikalık bir geziden sonra bizi bildiğiniz beyaz kumlu, bol güneşli, turkuaz denizli bir sahile bıraktı. Gerçekten sadece kumun beyazlığı ve denizin turkuazı vardı. İnanılmaz bir his! Ordan özel teknelerde dalacağımız yere doğru açıldık. Sonra yine şnorkel ve palet dağıtımı ve hoop güzelim deniz. Denizin dibi gerçekten çok berrak ve değişik balıklar var. Ilık bir deniz, hiç üşümüyorsunuz. Aman tanrım diyeceğiniz bir durum yok ama en azından Jamaika’da denize girdim dersiniz o açıdan bakın. Ancak bundan sonrası benim için çok acı verici oldu çünkü bir deniz anası ya da anaları tarafından ısırıldım. Ben bir ada kızı olarak yüzmeye başladığımdan beri arkadaşlarımın üzerine su atmak olsun, onları kuma gömmek gibi deneyler olsun hepsini yaparım. Ama bu bambaşka bir şeydi. Böyle bir acı, böyle bir yanma hiç yaşamadım. Hem kolum hem de göbeğim ısırıldığından çığlık çığlığa yardım istedim (tabii tekneye çıkana kadar ne ısırdığını da bilmediğim için sıkıntı büyük), teknede hemen ilaç sürüldü ve o hain denizanası’nın ısırdığı yerler belli oldu. Sonrası benim için o günlük deniz sevdasının bitmesi demekti maalesef.

Öğlen yemeği teknede sıcak bir börek ile geçti. Kişi başı 2 adet, sanırım yerel bir börek yedik. Tekne turu bitince de bizi özel bir limana götürdüler. Burası aslında indiğimiz yer değildi ama neden geldiğimizi sonradan anladım. İsteyenler için pırlanta ve saat mağazalarından alışveriş zamanıymış meğer. Sanırım bu kadar büyük karatlarda, bu kadar parlak taşları bir arada bir daha zor görürüm. Çok ilgimi çekmediğinden genel bir iki mağazaya baktıktan sonra oradan ayrıldım.

Burası için önereceğim tek şey Jamaika kahvesi almanız. Ben filtre mi french press mi bilemediğimden çekirdek kahve aldım… Blue Mountain oranın yerel ve iyi kahvelerinden. Orta seviyede aromatik bir kahveydi.

Cozumel

Gelelim en güzeline…

Meksika hem ülke olarak hem de mutfak olarak çok saygı duyduğum bir yerdir. Bu sebeple Cozumel çok hevesle beklediğim bir liman oldu doğal olarak. Burada hava biraz daha kapalıydı diğer günlere göre. (Zaten gemi ile Miami’ye dönüşte efsane bir yağmur vardı, muhteşem bir doğa izledim.)

Burada daha farklı bir şeyler yapmak isteğiyle su kaplumbağaları ile yüzmek istedik. Önce limandan deniz otobüsü gibi bir araca bindik ve Cozumel Adası’na geçtik. Oradan da minibüsler ile dağıldık. Su kaplumbağaları çok hassas bir konu. Yolda durmadan tembihlendik, fotoğraf yasak, dokunmak yasak, dürtmek(!) yasak vs… Sessiz sakin üstlerinden yüzeceksiniz diye. Zaten o kadar tatlış ve o kadar narinler ki insan o söylenenlerin hiçbirini yapmaz zaten, yapmamalı da.

Minibüsler bizi doğal yaşam parkı gibi bir alana getirdi. Ağaçlar, bahçeler her şey çok yeşil ve çok güzel. Durmadan fotoğraf çekmek istiyorsunuz. Buraları görünce ileride tekrardan Meksika’ya gelmem gerektiğine karar verdim.

Burada denize girmeden önce yine açık büfe ama tam anlamıylayerel bir menüden oluşan öğlen yemeğimizi yedik: meksika fasulyesi – guacamole sos – etler – acı soslar  vs muhteşemdi her şey.

Yine Jamaika gibi bembeyaz kumlar, denizde biraz takılmaca derken minnoş kaplumbağalar ile yüzme zamanı geldi. Gruplara ayrılarak denize girdik, burada her gruba eşlik eden rehberler var ve onları çok dikkatlice dinleyip sessiz sessiz yüzerseniz denizin altında 5-6 tane büyük 1-2 tane de küçük su kaplumbağalarını görebilirsiniz. Bazıları denizin dibinden yanınıza gelip sizi geçip su üstüne çıkıp 2 saniye dışarıda kalıp tekrar dalabiliyor. Kendi hallerinde yüzüyorlar ve gerçekten bir mucizeye tanıklık ediyorsunuz o sırada…Kendi doğal ortamlarında tamamen onların hayatları öncelikli olacak şekilde organize ediliyor her şey. Beni en çok etkileyen deneyimlerden biri oldu bu.

Liman civarında pek çok bar var ve çeşit çeşit margarita yapıyorlar. Seviyorsanız mutlaka deneyin. Ben bayıldım.

Özetle ben bol denize girmeli ekstra turlar seçerek tatilimi sonlandırdım. Siz gittiğiniz arkadaş grupları, ilgi alanlarınıza ve o anki modunuza göre çeşitlendirebilirsiniz. Bu arada hiç tur almayıp gemide kalmak da bir opsiyon olabilir ama çok tavsiye etmem.

Kendinize yeni tbt’ler keşfetmeniz dileği ile!

Daha Fazla
Gezi İpuçları

Gurur ve Önyargı

Yazımızın başlığı benim üniversite yıllarından beri hala en sevdiğim film ve başucu kitabım olup hemen hemen her türlü versiyonu evimde bulunmaktadır. Şimdi bu sefer başlıktan nereye bağlamak istiyorsun diyenler olacaktır. Cevabım sadece hayatın hiçbir anında ön yargılı olmamak gerektiği, hele ki seyahat konusunda asla!

  • “Açıkdeniz’de seyahat etmek mi? Çok korkarım”
  • ”Sürekli aynı gemide olmak bana biraz sıkıcı geliyor”
  • ”Cruise ile seyahat kesinlikle yaşlı işi”
  • ”Planlamak zor değil mi?”

diyenler: siz buraya alalım! Cruise gezisi o kocaman gemiden içeri adımınızı atana kadar biraz detaylı araştırma gerektiriyor ama sonrasında kendiniz dahil her şeyi unutacağınız bir deneyim.

Bu yazıyı sizi okurken sıkmamak için ikiye ayırdım. İlk kısımda cruise seyahatimi nasıl planladığımı, özellikle seyahat aşamasında nelere dikkat ettiğimi anlatacağım. İkinci kısımda ise daha keyifli kısım olan gezdiğim yerleri paylaşacağım.

Planlama

Bu kısım 3 önemli adımdan oluşuyor;

  1. Turu seçme ve ilgili tarihlerde hava durumunu kontrol etme
  2. Turunuzun uzunluğuna göre odanızı seçme
  3. Limana varış

Cruise ile seyahat etmeye karar verdiğimde Avrupa turları istemediğime emindim. Tek başıma planlaması zor ve fazla detayı olmayan bir rota istiyordum. Bu nedenle Amerika üzerinden Karayipler turlarına bakmaya başladım. Ama bu noktada yapmanız gereken en önemli şey o tarihlerin cruise için hava koşullarının uygun olup olmadığına bakmanız. Tabii ki cruise şirketleri özellikle kasırga vs gibi kötü hava koşullarının olduğu dönemlere dikkat ediyorlar ama bazen başı ucu kötü bir havaya denk gelebilir ki benimki bence biraz öyleydi.

Neyse uzun bir araştırma sonucunda Royal Caribbean’ın Ekim ayının 2. ve 3. haftasını kapsayan 7 Night Western Caribbean Cruise turunu (yani 7 gece 8 gün sürecek bir batı karayip turu) seçtim. Bu aslında yol üstünde Haiti – Jamaica – Mexico (Cozumel) adalarını da göreceğim anlamına geliyordu.

Tarihleri netleştirdikten sonra ikinci ve en önemli adım gemide nerede kalacağımı seçmekti. Benim gemimde 4 seçenek vardı:

  • Interior – Penceresiz kamara
  • Outside view – Pencereli ama penceresi açılmayan kamara
  • Balcony – Balkona çıkabiliğiniz kamara
  • Suits – Özellikle geniş aileler için küçük bir ev konforunda kamara





İlk defa ve uzun süreli bir cruise seyahati olacağı için ben balkonlu bir oda istedim. Bu nedenle  geminin en üst katında yer alan (14.kat) ve iskele tarafına bakan balkonlu bir oda seçtim. Daha kısa süreli turları seçen bazı arkadaşlarım interior tercih etti. Geminin içinde zaten o kadar fazla atraksiyon var ki inanın kamara da çok vakit geçirmiyorsunuz bile. Ama bugün yine uzun bir seyahate çıksam sanırım seçtiğime benzer bir oda seçerim. 14.kattan aşağıya bakıp kocaman dalgaların içinde kaybolduğunuzu düşündüğünüz ya da sandalyenizde oturup okyanusun ortasında kahvenizi yudumladığınız bir balkon keyfi gerçekten değerli. Balkonlu ama iç güverteye bakan odalar da var, onlar biraz daha uygun ama iç güvertenin gürültüsü biraz odalara gelebilir. Ayrıca, iç güverte odaları karşılıklı birbirine baktığı için hafif bir özel alan istiyorsanız rahatsız olabilirsiniz.

Bu arada her ne kadar Royal Caribbean’ın web sitesi size oda tipleri ve fiyatları konusunda detaylı bilgi verse de ben firmanın İstanbul’daki ofisi ile yüzyüze görüşünce emin oldum. Size de özellikle ilk curise deneyiminizde benzerini yapmanızı öneririm.

Tur ve oda en önemli kalemler zaten, bu iki maddeyi halledince geriye gemiye nasıl bineceğiniz kalıyor. Bunun için geminin kalkacağı limana en yakın havalimanına bakmanız yeterli. Benim gemim Miami Fort Lauderdale’den kalkacaktı. Bu nedenle Miami’ye gitmem gerekiyordu. O dönemde maalesef Türkiye’den Miami’ye direk uçuş yoktu, bu nedenle ben New York – JFK Havalimanı’na sonra da ordan iç aktarma ile Miami International Havalimanı’na uçtum. İki uçuş arasına neredeyse 12 saat bıraktım (olası bir erteleme ya da gümrük işlemlerinde sıkıntı yaşamama adına) ama bugün artık doğrudan Miami uçuşu olduğu için siz New York’ta bir kaçamak yapmayacaksınız doğrudan Türkiye-Miami uçabilirsiniz.

Gemi kalp Travel Bakery

Siz yazımda sürekli gemi dememe bakmayın kendisi aşağıdaki fotoda göreceğiniz üzere Allure of The Seas adında devasa bir yüzen saraydı.

Ben hayatımda bu kadar paket-organize bir şirket görmedim, sanırım bu kadar düzenden ceza yiyebilirlerdi. Yolculuğum başlayana kadar düzenli e-mail bilgilendirmeleri, detaylı newsletterlar…her şey o kadar o kadar mükemmeldi ki bir arada gerçekten dolandırıldığımı düşünmeye başladım. Limana yaklaştığımda daha önceden iletilen bilgilendirmeler ile nereye gitmem gerektiğini biliyodum. Ek bilgi; geminin kalkış saatinden neredeyse 3-4 saat önce gitmekte fayda var çünkü gemiye biniş süreçleri uzun sürebiliyor.

Önce bir binaya girip evraklarımı ve pasaportumu gösterdim, burası da bir nevi gümrük olduğu için inanın Amerika’ya giriş yapmanıza bile bakıyorlar. Valizlerim kontrol edildi ve detaylı bilgilendirmeler yapıldı. Bu aşamadan sonra valizlerimi bana gösterilen yerlere bıraktım. Bu arada belirtmeden edemeyeceğim; inanın hayatımda bu kadar çok personeli bir arada görmedim. Zaten üzerinde detaylı bilgilerin yer aldığı bagaj kartları verildiği için valizlerimin kaybolması mümkün değildi.

Sonra bana verilen renk ve numaraya göre çok büyük bir bekleme salonuna alındım. Burada yaklaşık 30 dk bekledim ve çağrılınca uzun uzun koridorlardan ve büyük yokuşlardan çıkarak gemiye resmen tırmanmaya başladım. Gemi gerçekten ama gerçekten çok büyük!

Hello Allure of The Seas! 

Giriş biraz kaotik…aslında çok yol gösteren var ama gemiye yerleşmeden seçmeniz gereken bazı konular var. Öncelikle içeride nakit para ya da kredi kartı geçmiyor. Odanıza tanımlı bir kart veriliyor ve bütün harcamalar o karta işleniyor. Sonra gemiden ayrılmadan ödemenizi kredi kartı veya nakit olarak yapıyorsunuz.

1) İçecekler: Gemide su ve gazlı içecekler size ait. Bu nedenle kalacağınız güne ve su içme potansiyelinize göre gemide satılan Evian paketlerinden birini almanız lazım. Ek olarak her yerde CocaCola’nın harika içecek makinaları var. Onun içinde özel bir kart ve hediye bardak alıyorsunuz. (Makinalarda portakal-vişne ve başka bir sürü aromalı colalar – sprite ve benzeri markalar var)

2) Extra Turlar: Tabii ki bu kadar organize bir şirketin orada da küçük şirketçikler kurarak extra turlar düzenlememesi mümkün değildi. Kendi turum özelinde söylüyorum; Haiti hariç diğer bölgelerde mutlaka bir tur almanız lazım. Aksi durumda çok sıkılırsınız ve yapacak birşey bulamazsanız. Çünkü limanlar merkeze çok uzak ve yanınızda bir rehber olmadan pek gezebileceğiniz yerler değil. Turu aldığınızda zaten size bir link gönderiyorlar oradan da turlarınızı alabileceğiniz gibi benim gibi gemiden de seçebilirsiniz. Sadece bazı popüler turlarda yer kalmayabilir aman dikkat!

3) Alakart restoranlar: Efendim gemide ileride anlatacağım leziz yemek alterantifleri zaten var ama İtalyan-Amerikan-Uzakdoğu mutfakları ile de seyahatinizi şenlendirmek isterseniz buralara da erkenden rezervasyon yapmakta fayda var çünkü baya popüler.

Keşifler Keşifler

Odam hazır olana ve valizlerim gelene kadar gemiyi biraz keşfetmek istedim. En alttan başlayarak türlü türlü mağazaların, restoranların ve cafe’lerin olduğu katı gedim. Burada Starbucks bile var!

Başımı kaldırıp yukarı baktığımda ışıltılı asansörler, sağıma döndüğümde güler yüzlü personel ve önüme baktığımda cıvıl cıvıl bir carousel başımı döndürüyor. Sanırım 2 odaya 1 görevli tahsis edilmişti. Benimle ilgilenen görevli bütün seyahatim boyunca dili döndüğünce ismimle telaffuz etti ve beni her gün hayvan şeklindeki havluları ile eğlendirip, istisnasız her çıkışımda odamı temizleyerek şaşırttı. (Buradaki hizmet sizi kraliyet ailesinden biriymiş gibi hissettirir, benden söylemesi.)

Hızlıca üstümü değiştirip güverteye çıktım ve geminin görkemli bir tören ile iskeleden ayrılmasını izledim. Miami’den uzaklaşırken yavaş yavaş gün batıyor ve telefonum da çekmemeye başlıyordu.

Etkinlikler

Yazımın başında da belirttiğim gibi gemide sıkılmanız mümkün değil. Her gün her yaş grubu için gemideki etkinlikleri anlatan günlük gazete odama geldi. Burada sinemadan o gün hangi markada ya da üründe indirim olacağına, eğer bir limana yanaşılacaksa kaçta nasıl olacağına, gece etkinliklerinden hava durumuna kadar her şeyi ama her şeyi saat saat görebildim.

Gemide sezon filmlerinin oynadığı ve popcorn alabildiğim kocaman bir sinema salonu, akşamları eğlenmek için karaoke barı, kumar oynamak isteyenler için casino’su, en altta tırmanma duvarı, en üstte dalga sörfü alanı, gemiyi boydan boya geçmeniz için zipline ve mini golf sahası vardı.

2 büyük havuz ve geminin çeşitli manzaralı bölgelerinde sıcak sulu sayısız jakuzi denizde olduğumuz süre boyunca deniz tatilimi kesintisiz yapmamı sağladı.

Yemek sonrası için çeşitli Broadway müzikalleri, özel akrobasi gösterileri, buz pateni şovları da sıkılmamanız için düşünülen bir kaç etkinlik arasında yer alıyor. Son olarak, tabii ki sporcular unutulmamıştı. Geminin en altında açık havada geminin etrafını dolaşabildiğiniz bir yürüyüş parkuru ve yine hatrı sayılır büyüklükte bir spor salonu vardı.

Bu gemide Travel Bakery sizce kaç kilo aldı?

Efendim baştan söyleyeyim tam 3 kilo aldım. Aldıklarımı da sonuna kadar hak ettim.

Gemide 2 ana restoran var. Biri sabah, öğlen ve akşam olmak üzere 3 öğün servis veriyor. Dünyanın temel bütün mutfaklarından örnekler bulabilirsiniz. Ben sabah kahvaltılarımda nasıl çıldırıdıysam artık diğer öğünler hiç acıkmıyordum siz düşünün. Diğer restoran akşamları saat aralıklarında hizmet veren (daha gemiye binmeden hangi saat dilimini istediğinizi belirtmeniz gerekiyor) ve belirli kıyafet kuralları olan bir yer. Menüde başlangıç, ana menü ve tatlı için alternatifli seçenekler var. Siz onlardan birini seçebiliyorsunuz ve garsonlar size hizmet ediyor. Ben 2 gece denedim yeterli geldi.

 

Bunun dışında 3 alakart restoran var. Hepsini denedim, fiyatları karadaki benzer restoranlara göre uygun (50TL-100TL arası) ve yemekleri de lezzetliydi. Bir de boardwalk alanında ücretsiz (pizza-burger-tatlıcı ve hotdog) ücretli (cupcake-meksika restoranı ve Starbucks) vardı. Ara ara onları da yiyebilirsiniz.

Şimdi bunları birleştirdiğinizde sanırım 20’nin üzerinde yemek noktası demek… hadi itiraf edin 3 kilo az değil mi?

Kaç valizle dönebilirsin?

Bu bir cruise yani gemi ve bir insan ne kadar alışveriş yapabilir ki? Bu soruyu sakın sormayın ve cevaplamayın…tabii ki bu yüzen saray Amerika’nın alışveriş çılgınlığı ile dolup taşacaktı. Ben ne bileyim geminin gizli kamaralarında sayısız çanta-ayakkabı-saat- parfüm olacakmış hatta ve hatta Tory Burch-Britto gibi markaların mağazaları olacakmış hatta ve hatta bir de geminin sadece denizde olduğu günler %50’ye varan indirimler olacakmış. Hadi oradan diyesiniz geliyor değil mi!

Gerçekten bunlar oldu! Marc Jacobs’tan Coach’a, Tommy Hilfiger’den Diesel’e sayısız markanın her gün çanta-saat ve bilimum ürünlerinin indirimleri oldu.

Cruise düzgün bir şirket ile planlandığında gerçekten keyifli, gençlerin hatta balayı çiftlerinin olduğu, sadece valizinizi alıp gittiğiniz ve aynı seyahatte farklı destinasyonları görmenizi sağlayan bir deneyim. Gerçekten ömrünüzün bir yerinde bunu yaşamanızı isterim.

Tabii yazının sonunda herkesin en merak ettiği konuya gelelim; bütçe. Efendim, tabii böyle bir seyahat planlayınca öyle çok ucuza mal olmuyor. Benim seyahatim o zamanın parası ile yaklaşık 7.500 TL bir bütçeye mal olmuştu, tabii artık dolar aldı başını gitti. Ama sonuna kadar değdi, eğer imkanınız varsa hayatınızda kesinlikle bir kere deneyimlemeniz gereken Cruise seyahati için az bile diyebilirim. Detay belirtmem gerekirse;

  • Tur: 1700 $
  • Yeme – İçme: 175 $
  • Alış veriş: 500 $ (Tabii bu biraz size bağlı.)
  • Amerika’ya Uçak Bileti: 700 $
  • Gemi içindeki esktra turlar: 250 $

Şimdilik cruise macerasından bu kadar. İkinci yazımda 3 destinasyonu detaylı anlatacağım: Haiti – Jamaika – Meksika

Sevgiler!

Daha Fazla
Amerika Birleşik Devletleri

Bir New York’lunun Gizli Mutfağı

Gezdiğiniz bir ülkenin kültürünü tam olarak tanımak istiyorsanız o ülkenin sofrasına da oturmanız gerekir. Ben bazı seyahatlerimde yeme meselesini bütçe kaynaklı geçiştirsem de bazı seyahatlerim tamamen yeme odaklı bir hale dönüşebiliyor. Eylül ayındaki Amerika Birleşik Devletleri gezim de tam anlamıyla yeme odaklı bir gezi oldu.

Kabul edelim, Amerika’nın öyle ahım şahım kendine has bir yemek kültürü yok. Ancak dünyanın her bölgesinden her çeşit insanı barındırdığı için dünyadaki birçok ülkenin yemek kültürünü, sanki oradaymışçasına deneyimleme şansınız bulunuyor.

Bu yazımızdaki durağımız New York, kozmopolit yapısıyla yukarıda yazdığım çeşitlilik konusunu en iyi deneyimleyeceğiniz yerlerden biri desek yanlış olmaz herhalde.

img_3805

New York gezimde 4 saatimi Food On Foot adında bir tura katılarak harcadım. ‘Food on Foot’ adından da anlaşılabileceği üzere yürüyerek çeşitli noktalara uğradığınız ve her noktada farklı yiyecekler atıştırdığınız bir tur. Food on Foot turları aslında tek kişilik bir şirket tarafından düzenleniyor. Tur rehberimiz aynı zamanda şirketin sahibi, sekreteri, her şeyi. Başlığımız da zaten buradan geliyor, yıllar boyunca New York’un gizli kalmış lezzetlerini araştırıp deneyen tek kişilik bir dev kadro var karşımızda.

Öncelikle, bu turda uğradığınız noktalarda öyle çok aşırı süper şeyler yemeyeceğinizi söylemem gerek. Ancak bir turist olarak hiçbir zaman aklınıza gelmeyecek noktalara uğradığınız için sizi bir lokal gibi hissettirecek, ki turun size katacağı en büyük deneyim de bu olacak zaten. Food on Foot turlarına katılmak istiyorsanız öncelikle gittiğiniz tarihlerde herhangi bir tur var mı kontrol edip yerinizi ayırtmanız gerek. New York Pass’iniz var ise ücretsiz katılabildiğiniz turların normal fiyatları 49 $’dan başlıyor. Ben programıma uygun olarak East Village Variety adlı turu seçtim ve New York Pass ile rezervasyonumu yaptım. Rezervasyon süreci biraz karışık olsa da sitedeki talimatları izleyerek rahatlıkla gerçekleştirmek mümkün.

img_3722

Gün ve saati geldiğinde tur rehberimiz ile Grand Central önünde buluşup yoklama işlemini yaptıktan sonra metroya atladık ve turumuza başladık. Turdaki katılımcıları bekletmemek için 2-3 binişlik metro kartınızı önceden almanız gerekiyor. Turların içerikleri sürpriz, yani aynı turu satın alsanız da gezdiğiniz bölge içerisinde gittiğiniz mekanlar farklı olabiliyor. Tur rehberi ilk olarak kendinize bir eş bulmanızı ve her gittiğiniz noktada birisi ile ortak sipariş vermenizi söylüyor, yani her noktada yarım porsiyon. 3 saat içerisinde 6 farklı nokta gezeceğinizi düşünürsek gayet makul bir öneri. Grup olarak katıldı iseniz eşinizi bulmanız kolay ancak tekseniz veya grubunuz tek sayı ise birileriyle kaynaşmakta fayda var. Ayrıca rehberiniz arada sırada sizi duvara dizip herkes orada mı diye yoklama yapabiliyor veya gitmeden önce bir sonraki durak ile ilgili bilgi veriyor. Görüntü açısından biraz ilkokul vari komik bir görüntü ortaya çıkıyor ve etraftan geçen New York’luların ‘Ne oluyor burada?’ edasında bakışlarına maruz kalabiliyorsunuz. Ancak bir sonraki durağınızı düşününce kim takar ki New York’luları?

img_3751

Gelelim yeme noktalarımıza:

Durak 1: Vanessa’s Dumpling, 220 E 14th St.

Dumpling’in sözlükte tam olarak bir karşılığı yok. Sözlüğe baktığımızda en uygun terim ‘etli hamur’ olarak karşımıza çıkıyor, ki tarif etmem gerekirse tam olarak etli hamur diyebilirim. Vanessa’s Dumpling’de üç tane seçeneğiniz bulunuyor. Domuz etli, tavuk etli ve sebzeli. Tur rehberimiz en iyi aromaya sahip olanının domuz etli olan olduğunu söylediği için ben onu tercih ettim, tadını tarif etmem gerekirse bizdeki kıymalı çiböreklere çok benzediğini söyleyebilirim. Ucuz bir atıştırmalık arıyorsanız çok başarılı bir seçenek.

Durak 2: Artichoke Basille’s Pizza, 328 E 14th St.

New York’a kadar gelip de güzel bir dilim pizza yemeden dönmek olmaz. Turumuzun ikinci durağı tam da bu sebeple seçilmiş bir nokta. Birkaç çeşit pizza arasından seçiminizi yapıyorsunuz ve kendinizi lezzetine teslim ediyorsunuz.

Durak 3: Porchetta, 110 E 7th St.

Domuz eti ile bir sıkıntınız var ise bu durağı direk pas geçebilirsiniz. Porchetta adından da anlaşılacağı üzere domuz eti ile hazırlanan bir sandviç. Kökenleri İtalya’ya dayanan bu yiyecek ile Amerika’lıların tanışması İtalya’dan buraya göçen insanlar sayesinde olmuş. Kısaca, 7-8 saatte yavaş yavaş fırında pişen baharatlı domuz eti ile yapılan bir sandviç diyebiliriz.

img_3735

Durak 4: Butter Lane Cupcakes, 123 E 7th St.

Arka arkaya üç yeme durağından sonra artık ilk tatlı durağının vakti geldi. New York’ta olup yemeden dönülmemesi gereken şeylerden biri de çeşit çeşit cupcake’ler. Butter Lane Cupcakes de bu amaca hizmet ediyor. Önce kekinizin neyli olduğunu seçiyorsunuz, sonra da kremanızı. Farklı kombinasyonlar yaparak çeşitliliği arttırmak sizin elinizde!

img_3739

Durak 5: Crif Dogs, 113 St Marks Pl.

Son yeme noktamızda New York klasiklerinden birindeyiz. Crif Dogs, menüsünden çeşit çeşit özel hot dog’ları seçebileceğiniz veya farklı malzemeler ile kendi speysiyalinizi oluşturabileceğiniz bir sosisli sandviç dükkanı. Sokaktaki arabalarda pek de iyi olmayan hot dog’lar yiyeceğinize buraya gelip bir şeyler atıştırmanızı öneririm. Menüsünde çok ilginç varyasyonlar ile birlikte standart çeşitler de bulunmakta.

Durak 6: Veniero’s Pastry, 342 E 11th St.

İkinci tatlı durağımız aynı zamanda turumuzun son noktası. Veniero’s Pastry klasik bir İtalyan pastanesi. İçinde çeşit çeşit pasta seçenekleri bulabileceğiniz gibi dondurma çeşitlerini de bulabiliyorsunuz. İçeri girince insanın her şeyi deneyesi geliyor ancak arka arkaya 6. durağınız olduğunu düşünürsek aslında çok da fazla bir şey yemeye haliniz kalmıyor. Ben buradan aldığımı paket yaptırıp sonra tükettim.

maxresdefault

Altıncı durağımızın sonunda Amerika’lı tur rehberlerinin klasik son cümlesi ile turumuza veda ettik. ‘It’s traditional to give tips to tour guide if you liked the tour.’  Her ne kadar bu geleneği anlamasam da turu sevdiğim için ayak uydurmak zorunda kaldım. New York’ta bol yemeli bir deneyimden anlatacaklarım bu kadar, bir sonraki deneyime kadar hoşça kalın.

Daha Fazla
Amerika Birleşik Devletleri

New York’un Yaşanacaklar Listesi

Bugüne kadar 2 defa gitme şansı bulduğum ve bedava bilet ile iş yerimden ek izin verseler, “seni nereye gönderelim?” deseler yine düşünmeden gideceğim tek yer. New York! “Abarttı bu kız” mı diyorsunuz ama hayır, asla abartmıyorum.  Sadece koca koca kiremitli binaları değil, kendine has kültürü, hızlıca tüketildikten sonra kendini yenileyen günleri ve tabii ki bol kalorili damağınızda/midenizde konserler verdirten mutfağı sayesinde saatlerce konuşabilirim New York hakkında!

Bu uzun girişten sonra eğer hala benimleyseniz, size New York’a yolunuz düşerse kendimce deneyimlediğim “yaşanacaklar” listemi paylaşacağım. İlk gidişim Mayıs 2011’deydi. Dolu dolu tam 11 gün ayırdım. İkinci gidişim ayrı bir yazının konusu olan cruise seyahatim kapsamında 2 gündü.

DSC_0005

Beat The Heats

Başlığa bakıp sakın çılgın bir basketbol hayranı olduğumu düşünmeyin! Ama hazır New York’a gelmişken meşhur Madison Square Garden’ı görmeden ve bir Amerika klasiği olan basketbol maçını izlemeden dönmek istemedim. Baştan belirteyim yarım gününüzü ayırmanız gerekiyor. Neyse, NBA gitmeme bir gün kala yarı final maçlarının biletlerini satışa çıkarttı sağ olsun. Programıma uygun bir akşam üzerine New York Knicks / Miami Heats maçına bilet aldım.

Maç günü oldukça heyecanlıydım, hatta öncesinde sabahtan gelip “Maç gerçekten burada mı oynanacak?” diye teyit etmiş bile olabilirim. İtiraf ediyorum, yarı final nedeni ile biletler çok pahalıydı. Bu deneyim için kötü bir yere oldukça yüksek bir para ödedim: Pota arkasındaki en arka bölümden 25.sıra için bir bilete 275$! O kadar tepede olunca doğal olarak salonun geneline çok hakimdim ama sahayı çok zor görebildim.

Maça gelince; tam bir şölen havasında geçiyor! Bir yandan rakibin moralini bozmak için zekice yaratılan kafiyeli sözlerle ortamı yıkan coşkulu taraftarlar, bir yandan araları şenlendiren amigo kızlar, kamera sistemi ile yakalanan ünlüler, sevgililer ve karnı acıkanlar için devasa sosisliler, biralar. Özetle New York için ayırdığınız fazla fazla gününüz varsa ve/veya basketbol maçlarını izlemeyi seviyorsanız “yaşanacaklar listesi” ne kesinlikle almalısınız!

Blue Note

Blue Note, New York Best Jazz Clubs diye google’ladığımda karşıma çıkan sonuçlarda önde çıkan yerlerden biriydi. Çok rafine bir Jazz kültürüm olmasa da gitmişken Jazz müziğini orijinal yerlerinden birinde dinlemek istedim. Nereye gideceğim konusunu çözmek için o hafta Blue Note’ta sahne alan herkesi youtube’da tek tek dinledim, hoşuma giden bir grubu seçip o akşam için reservasyon yaptım. Blue Note biraz basık, alçak tavanlı, koyu renkli sıra sıra masalı bir mekan.

İki alternatifiniz var;

  1. Barda ayakta takılmak
  2. Masada oturmak

Ben bütün gün dolaşıp, sonra doğrudan Blue Note’a geçeceğim için yorgun olacağımı düşünüp masa alternatifini seçtim. Burada masayı bize özel sandım ama maalesef yanıldım, masalar paylaşımlıydı! Biraz garip oldu ama sahneyi doğrudan göremesek de sesini canlı canlı duyduğumuz performans oldukça başarılıydı. Kıyafet konusu rahattı o nedenle şöyle gidin demiyorum ama en azından benim gibi sırtınızda sırt çantası, elinizde kolunuzda poşetler ile gitmeyin! Biraz garip gözükebiliyor.

Önemli bir nokta Blue Note iki seanslı çalışıyor; 20:00 – 22:00 / 22:00 – 00:00

Ben 2 saat süren bu etkinlik için yaklaşık 50$ – 75$ arası bir para ödedim. Bir içki ve acılı tavuk kanadı tadında bir şey sipariş verdik. Yine olsa yine giderim ama bu sefer tercihim farklı bir barda (barda oturarak) elim kolum boş, azıcık özenli bir kıyafet ile olurdu…

Chicago

New York ile tanışan her insanın olmazsa olmazı Broadway’de bir müzikal izlemek olmalı. Hem kulağa hem göze hitap eden bu etkinlik gerçekten sizleri büyülüyor. Ben konusunu bildiğim ve sevdiğim için Chicago müzikalini tercih ettim. Keşke başka müzikallere de vakit ve bütçe ayırsaymışım dedim. Bir daha New York’a gitsem yine bir müzikale giderdim. Ne fark vardı diye sorarsanız, dekor – müzik – ışık ve yorumlar gerçekten Türkiye’de izlediklerimden farklı. Gösteri sizi adeta içine alıyor.Daha etkili sahne şovlarının olduğu Wicked, The Lion King gibi gösteriler de var.

Bir ipucu ben New York’a gitmeden çok önce almıştım biletimi, ancak hangi gün gideceğinizi bilmiyorsanız kapıdan indirimli bilet de alabilirsiniz. Bu durumda bilet fiyatları seçtiğiniz bölüme göre %35-%40 indirimli olabiliyor. Rear Mezzanine bölümü için 75$’a yakın gibi bir tutar ödedim.

Madame Tussauds

Sadece New York da değil dünyanın pek çok ülkesinde deneyimleyebileceginiz bu müze bana göre çok komik! Evet, soranlara benim yorumum tam olarak bu oluyor. Times Square’de yer alan Madame Tussauds sadece dünyaca ünlü sanatçıların, bilim adamlarının ve politikacıların bal mumu heykellerinin yer aldığı bir yer değil. Aynı zamanda 5D film izleyebileceğiniz, kült filmlerin devasa maketlerinin de olduğu çok kapsamlı 4-5 katlı bir yer.

İçeride kaldığımız süre boyunca zamanın nasıl geçtiğini anlamadım açıkçası. Özellikle bal mumu heykellerin olduğu bölümde sadece kuru kuru fotoğraf çekmiyor, kafanızda onlarca kareografi yaratabiliyorsunuz ve kabul edelim adamlar yapmış! Dediğim gibi farklı ülkelerde de var ama bence vaktiniz varsa New York’ta yer alanı tercih edin derim.

Sleep No More

Tabii ki aynı yemeklerde yaptığım gibi en sevdiğimi, en güzelini en sona bıraktım.

Daha önce bildiklerinizi bir kenara bırakın, unutun! 1960-1970’lerin Amerika’sından fırlayan, gizemli, heyacanlı, interaktif bir gösteriye hazır olun. West Side tarafında, önünden geçseniz fark etmeyeceğiniz kadar gösterişsiz, içinde hem bar&restoran olan hem de performansın sergilendiği çok katlı ve aşık olduğum taş binalardan birindeyiz. Yerimizin adı The McKittrick Hotel. Bundan sonrasını anlatmadan önce çok kısaca “Sleep No More nedir?” ondan bahsedeyim size…




Sleep No More özünde bir tiyatro oyunu, ama bildiğimiz gibi tek bir sahnede başlayıp bitmiyor. İnteraktif ve oyunun her bölümü aynı anda farklı farklı bölümlerde sahneleniyor. Yani oyunun tamamı olmasa bile konuya vakıf olmanız için yaklaşık 3 saatinizi harcamanız gerekiyor. Nasıl mı?

Oyun içine pat diye dahil oluyorsunuz, yani aslında oyun oynanıyor ve siz bir yerinden takip etmeye başlıyorsunuz demek daha da doğru. Oyunda (artık neresinden girdiyseniz) bir karakteri izleyerek onu bulduğunuz yere tekrar gelene dek takip ediyorsunuz, sonra bir başka karakteri izlemeye başlıyorsunuz ve süreç böyle devam ediyor. Ta ki siz bırakana kadar. Oyuncuların bu süre zarfında durmadan aynı oyunu oynadığını söylememe gerek yok sanırım. Bu nedenle önerim kalabalık bir grupsanız herkesin dağılıp farklı birini takip etmesi ve ara ara birbirinizi bulup (tabii yapabilirseniz) anlatmanız. Oyun 3 katlı, durmadan merdiven inip çıkıyorsunuz ve odalardan odalara koşturuyorsunuz. Biraz kalabalık, bazı sahneleri duyma ya da anlamada ya da görmede sıkıntı yaşanabilir, daha da kötüsü takip etmeye başladığınız karakter 2 dakika sonra bir odaya girip kapıyı kapatmadan önce “üzgünüm buraya kadar” diyerek rolünün bittiğini söyleyip sizi yüz üstü bırakabiliyor. Moral bozmak yok hemen yeni bir karakterin macerasına dahil olabilirsiniz!

İpuçları:

  1. Oyun sizin için yine bir saatte başlıyor, yani kafanıza göre girmiyorsunuz
  2. Telefon ve benzeri görüntüleme cihazları yasak
  3. Bütün gösteri boyunca bir maske takmanızı istiyorlar (klostrofobik) gelebilir
  4. Kendinizi iyi hissetmediğiniz an çıkmanıza yardımcı olacak görevliler var her yerde endişelenmeyin
  5. Valiz dahil bütün eşyalarınızı koyabileceğiniz güvenli bir vestiyerleri var

Bunun dışında The McKittrick Hotel’in yine aynı dönem temasında çooook lezzetli menüsünün olduğu bir restoranı ve bir barı var. Yemek için düşünebilirsiniz.

Yazsam daha yazarım da ipucu da vermek istemiyorum.

Umarım bu etkinliklerin birini ya da bir kaçını deneyimleme fırsatı bulursunuz. Eğer deneyimlerseniz yorumlarınızı bekliyorum!

Daha Fazla